Kıyasın politik dildeki yeri üzerine söylenebilecek çok şey var, çünkü neredeyse mutlaklaştırılmış derecede vazgeçilmez bir boyutta düşünüldüğü ve söylemin en derinine sindirilebildiği müddetçe, o, her zaman siyasetin akıl yürütmesindeki kıymetini sağlama almış görünecek. Siyasi olanın öznellik zeminindeki ayrı düşme durumuna zorunlu oluşu, kıyasın gerçekliğini de zorunlu kılıyor olabilir; ancak onun perdeleyici bir niyetle kullanılması, amacına yaraşır bir şekilde pek çok hakiki şeyi gizlemeye, örtmeye ve en önemlisi de çarpıtmaya meyyal olarak hedefimizde olmalı. Siyasetin önümüze kıyaslamayı getirdiği bütün şartlar üzerinde iki kere düşünülmesi gerekenlerdendir belki de: politik düşüncemiz içinde eski, anlık ve etkisini umursamadıklarımız ile şimdi karşımızda bize bir tercih yapmayı, sunduğu kıyasın sözde mantıksallığı üzerinden dayatan arasında ciddi bir fark bulunuyor. Bu farkı nitelemek için ciddi kelimesini belirli bir niyet üzere kullanıyorum: kıyas tam da bu ayrı duruşu ile bir ciddiyet şartı oluşturarak politik mevzilere yöneliyor. Kıyas, propagandanın kilit taşı olan bir mantık aracı vazifesiyle, karşıdakinin, hedefte olanın ve bir şekilde yerine geçilmesi arzulananın varlığına ve eylemine ifşa edici bir saldırıda kendisini belli ediyor. Bir ciddiyet koyuyor ortaya, öncekini, sonra umulan ile karşı karşıya getiriyor, ötekinin şimdisini kendi şimdisiyle çatıştırıyor, mağlubun kendi içinde çok önceden belirlendiği ciddi bir oyun üzerinden kötünün, yanlışın, yolsuzun, hukuksuzun, beceriksizin tanımını yeniden kendi verilerine göre yapıyor ve saldırıyor. Kıyasın bu cephesi ile ulaştığımız, mutlak bir kavgadan, tarafların radikalleşmek zorunda kalıp kendilerine dönmeyi akıllarından bile geçirmedikleri yoğunlukta bir yönlendirici didişmeden başka bir şey değil.
Kıyas, benim fikrimi merkezi bir konuma yerleştiriyor, doğrunun dallarından sudur ettiği bir ağaç mahiyeti kazandırıyor fikrime, öylesine vazgeçilmez, öylesine dayanılması gereken ve öylesine hakiki. Kendime bakışım kıyasın bana sağladığı saldırgan mantık ile perdeleniyor, yöneldiğim hep öteki çünkü; ötekinin benim fikrimle olan münasebetinin zahiri. Merkeze kendi fikrimi alıyor olmam kendi fikrim üzerinde düşündüğüm anlamına da asla gelmiyor, ne yazık, kendi fikrimin kalıplaşmasına, tertemiz bir dogma, sorgulanamaz bir bütün haline gelişine şahit oluyorum ve böylesine bir kapalılığın korkunçluğu ile siyasi söylemime şekil kazandırıyorum. Fikrim bir gerçek, aşılamaz bir hakikat, detaysız, parçasız, boşluksuz bir çerçeve; Gestalt’çıların benimle gurur duyacağı şekilde bir anda algılayıp ötesine dokunmayı düşünmediğim, kendiliğinden mutlak olarak anladığım bir teklik. Siyasetin iktidar hedefi bu tarz sorgulanmaya müsait olmayan mutlaklar yaratmak zorunda ve buna zemin hazırlayan en ciddi akıl yürütmenin de kıyaslama mantığındaki tek taraflılık olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Politik bir zeminde olumsuzu tasvir edeceksek kıyasa dokunmadan adım atmamız pek mümkün gözükmüyor. Siyaset olumsuzu araç kılmanın gerçek bir pratiği ve kıyaslamayı araçsallaştırdıkları ile varmaya çalıştığı iktidar amacına yönelik kurguluyor. Bu olumsuzlardan belki de en belirgin olanı acı: o da en öznel hislerden biri olarak kıyasın açgözlülüğünden payını muhakkak alıyor, hele ki siyasi bir endişede işe yarar olduğu anlaşılmışsa. Siyasetin dili, ancak hamasete başvurarak iyice sivrilebiliyor ve (sözde) güçlenebiliyor. Malûm ki, her türlü düşmanlığın filizlenmesinde de acının öze işleyen bir etkisi bulunuyor. İnsanlar acı çekiyorlar, bu acının zuhuruna sebep veren nedenleri düşmanlık beslenmesi gerekenler olarak sıralıyorlar, düşmanlarına politiğin şartlarında daha çok zarar vermek isteyip siyasileşiyorlar, kendi acılarını öne sürüp ötekinin acısını ya umursamıyor ya da kendilerininkiyle kıyas etmek suretiyle bir yarış nesnesi haline getiriyorlar. İşte bu tablo çirkinliğin küçük bir özeti: her haliyle, bütün tezahürleriyle çirkin ve bayağı duruyor. Kıyasın örtmekle kalmayıp çirkefleştirdiği bir aklın çözümsüz duruşu ve onun fiilleri. Acı politik dilde en güçlü kıyas aracı haline geliyor ve bize tek taraflı bir düşünme vaad edebiliyor yalnızca: benim acım, gerçekten keskin ve intikamı gerektiren acı, yalnızca benim acım. Bu acı kan ile dirileşiyor, ölülerin sayısınca daha görkemli bir hal alıyor.
Halbuki politik dil yalnızca olumsuzun tezahüründe bir yaşam alanı oluşturmak zorunda değil, ancak, pek tabii, iktidar ulaşılmak için her şeyin göze alınıp mübah kılınabildiği mutlak amaç olunca bu zorunsuzluk ortadan kaldırılabiliyor. Merhametin kıyası böyle bir kurguda düşünülebilir bile değil: öyle bir dönüşüm ki bu, olumluyu kıyas mevzuu yapmanın ihanet ile eş değerde görülebileceği radikallikte bir tutumu telkin ediyor. Rakibi, aynı fikirde olunmayanı, yerine geçilmek isteneni yalnızca olumsuz bir çerçeveye hapsedip onun dünyasına tek taraflı bir değersizlik atfetmenin politik dilin işlediği en büyük günahlardan olduğunu söylemek için çok sebep var: iktidar, ona muhalif olanı tek bir bütün olarak, öteki ve değersiz niteliklerinin altında görüyor ve basiretsizliklerine yapılan uyarıları, kıyas ile önceden vardığı sonuçlara dayanıp kenara itiyor. Kendi merkeziliğine, haklılığına, hakikati elinde taşıyor olmasına yıkıcı bir sağlamlıkta duyduğu güvenle sorumluluğun yönünü rahatlıkla değiştirebiliyor. Siyasetin dili kıyas üzerine oturtuldukça, hele ki bu dil yalnızca olumsuz olandan besleniyorsa, aleni saçmalıkların, hayret verici hataların ve nihayetinde de korkunun siyasete sinmesinden, içkin kılınmasından daha açık bir son değil beklediğimiz.