Kadının sanatta bir imge olarak görülmesi, hemen hemen her dönemde ve her kültürde, saygın bir önceliğe sahip olmuştur. Bir imge olarak kadın; tapılan, ilham veren, satılan, değişen ya da değiştirilen bazen de geleceğe yön verebilen bir rol üstlenmiştir. Tarihsel süreç içerisinde kadına yüklenen bu toplumsal değer ya da değersizlik bulunduğu düşünce kültürünün üzerinde yarattığı gölgeyle çeşitliliğe kavuşmuştur. Bu iki sevdalının kavuşması mı yoksa bir düğünün dikte edildiği on beşlerinde küçük bir kız çocuğu mu bilinmez.
Öyle bir çeşitliliktir ki bu, örneğin, Kalkolitik ve Neolitik çağlarda, Hititler ve Frigler döneminde kadın, hem işlevsel hem de sanatsal ürünlerde doğurganlığı göz önünde bulundurularak, Ana Tanrıça olarak sembolize edilirken, Ortaçağ’ın karanlığında şeytana tapmanın cadılıkla eşdeğer olduğu anlayışı, kadının doğasında da bir şeytanın var olduğu düşüncesini yerleştirmiştir.
Eser yaratma süreci algıladığınız kavramları imgelere dönüştürme sürecidir. Bu süreçte tahmin edersiniz ki sanatçının, dönemin ve kültürün etkisi şeker torbanıza sığmayacak kadar çoktur. Bazen kavramlar ötesine ulaşan sanatçı kendi bütünselliği ve kurgusuyla yaratır imgelerini. İmge sanatçının bilincinde oluşmakta ve sonrasında toplum tarafından algılanmış olan bu gerçeklik, sanatsal yönüyle kavuşmaktadır. Burada ki kavuşma nihayet iki sevdalının kavuşmasıdır.
Hangi yüzyılda olunursa olunsun, kadının bazen pragmatik açıdan bir nesne, bazen toplumsal bir fenomen olarak eş, ana veya tanrıça, bazen de izlenilesi bir estetik obje olduğu kabullenilmiş ve sanata uygun görülerek, kadın “imge” sıfatına yakıştırılmıştır. Hiç şüphesiz ki kadın, sanatsal bir obje olarak her zaman varlığını sürdürüp hem kadın hem de erkek sanatçılara esin kaynağı olmaya devam edecektir.
Söz gelimi, bir tuvalin üstünde ki kadın yüzyıllar boyunca her zaman ilgi çekici ve güzel bulunmuştur. Bunun nedeni sadece resmin görünen tarafında ki çekicilik değil onun arkasında gizlenen kadınların hikâyesinde saklıdır. Çünkü her kadına on beşlerinde bir düğün dikte edilir ve o sevdalısına kavuşma arzusunu hayatı boyunca gözlerinde, dilinde ve aklında taşır.
Cecilia Gallerani bu kadınlardan biri. Zengin asil bir aileden değilidir, Milano dükü Ludovico Sforza’nın yanında çalışan babası sayesinde, dükle tanışmıştır. Güzelliği, eğitimi, şiir sevgisi ile dükü etkiler ve onun metresi olur, ona bir çocuk doğurur. Dük onu sever sevmesine ama soylu bir aileden biriyle evlenir. Da Vinci, Dük’ün emrinde çalıştığı için dükün isteğiyle bu resmi yapmıştır.
Resim yapıldığında Cecilia 15- 16 yaşlarındadır. Cecilia, contrapposto denilen vücudun 4’te 3’ünü gösterir şekilde resmedilmiştir. Gövde sola dönükken, başı sağa dönmüş. Saçı o dönem moda olan coazone denilen tarzda yani ortadan ayrılıp, çenede birleşip geride uzunca örgü, başında ince bir tülbent ve alnında bantlarla tamamlanmış. Elbisesi oldukça sade ama boynundaki simsiyah taşlı kolye takı, dükü işaret eden bir sembol. Çünkü oldukça esmer teni olan dükün takma adı the Moor, yani mağribî anlamında.
Resimdeki en dikkat çeken şey ise kakımdır. Kakım asalet, temizlik simgesi olarak görülür çünkü tüylerini kirletmemek için avcılardan kaçarken canı pahasına pis yerlere girmez. Resme kakımın konması Cecilia’ya bu sıfatları uygun gördüğü için olabilir. Kakım sanatta, hamilelik, doğum sembolü olarak da kullanılır. Belki resim yapıldığında Cecilia hamileydi. Yanı sıra da kakım, Dük’ünde üye olduğu şövalye birliği Kakım Tarikatı’nın da sembolü.
***
Jane Morris. Persepone, Yunan mitolojisinde, mevsimlerin değişimini belirleyen mitin başkahramanıdır. Toprağın hasadın tanrıçası Demeter’in kızıdır. Bir gün ölüler diyarı tanrısı Hades tarafından kaçırılır, yeraltı krallığına hapsedilir. Annesi kızını kurtarmak için tanrılar tanrısı Zeus’a yalvarır. Zeus’un bir şartı vardır. Yeraltındayken hiç meyve yememiş olmalıdır. Oysa Persepone altı tane nar tanesi yemiştir. Bu yüzden Zeus onun yılın altı ayında Hades’in eşi olarak yeraltında kalmasına, yılın diğer yarısında da yeryüzüne annesinin yanına dönmesine karar verir. Böylece Persepone yeraltındayken sonbahar ayları, yeryüzündeyken ilkbahar ayları yaşanmaya başlar.
Ressam Rossetti bu mitolojik öyküyle kendi hayatı arasında paralellik kurmuştur. Resmindeki model saplantılı bir şekilde aşık olduğu ortağı olan William Morris’in eşi Jane Morris’tir. Mutsuz evliliğinden koparmaya çalıştığı Jane Morris’i Persepone ile özdeşleşmiştir. Eserinin anlamını yazılarında açıklayan Rossetti, Persepone’yi yeraltındaki sarayın karanlık koridorlarında yürürken yeryüzüne açılan bir aralıkla karşılaştığı anda resmettiğini söylemiştir. Bu açıklıktan gelen ışık koridorun duvarına vurmaktadır. Elindeki bir kısmı yenmiş nar çektiği cezanın sebebidir. Arkadaki sarmaşık hafızasındaki hatıraların bir işaretidir. Sol altta yanan tütsü ise tanrıçanın ölümsüzlüğüne ait bir sembolüdür. Persepone’nin yere dökülen elbisesi kıvrılan sarmaşıkla paralellik gösterir. Elbisesindeki mavi renk kadının hüzünlü mavi gözlerinde tekrarlanmıştır.
Kaynakça
Gulacti, Nurettin. “Sanatsal Bir Obje Olarak Kadın Ve Bazı Toplumlarda Kadına Bakış.” İdil Sanat ve Dil Dergisi 2 (2012): 76-91.
Mamur, Nuray. “Türk Resim Sanatında Kadın Sanatçının Tuvalinde Kadın İmgesi”. Akademik Bakış Dergisi 28. (Ocak – Şubat 2012).http://www.leblebitozu.com