Haftasonu bir koşuşturmacanın içinde bulduğum boş bir vakitte yeni bir kitaba başlamaya karar verdim. Üst üste yığılmış okumayı planladığım kitaplar arasından neredeyse iki yıldır bu yığının içinde okunmayı bekleyen Goethe’nin Genç Werther’in Acıları adlı kitabını gördüm. Ne zaman başlamaya kalksam, “Çok hüzünlü diyorlardı, moralimi bozmasın bu kitap şimdi.” ya da “Yazın okumayayım kasvetli bir kitap. En iyisi kışın okumak.” gibi düşüncelerle sürekli ertelemiştim bu kitabı okumayı. En sonunda bütün koşulların olgunlaştığına karar verdim. Havaya baktım yağmurlu, karanlık. Ben de ağır aksak, yavaş çekim bir filmde gibiyim, enerjim biraz düşük. “İşte tam zamanı!” dedim, “bu kitabı okumanın”. Elime aldım ve kitabın ilk sayfasından önce ortalarda bir sayfası açılıverdi önüme:
“Perdeyi kaldırıp arkasına adım atmak! İşte bu kadar! Bu ikircim ve kararsızlık niye? Perde arkasının nasıl bir yer olduğu bilinmediği için mi? Açık seçik bir bilgimizin olmadığı konulara kargaşayı ve karanlığı atfetmek, tinimizin bir özelliği değil midir?”
Cümlenin ne kadar doğru olduğunu, perdenin arka tarafını görmek için çoğu zaman ne kadar cesaretsiz olduğumuzu düşündüm. Korkularımız simsiyah balonlar halinde önümüze yığılmış. Patlatırsak çok fazla ses çıkacak, bir gürültüdür ki kopacak. O yüzden patlatamıyoruz, gözümüz gibi bakıyoruz onlara. Kararsızlıklarımızla, cesaretsizliğimizle besliyoruz çoğu zaman. Neyle karşılaşacağını bilmemek, bitmeyen kararsızlıklar ruhumuzu ilmek ilmek söküyor aslında. Birkaç sayfa daha ötesini çeviriyorum. Kitabın ana kahramanı “Genç Werther” konuşuyor:
“Ben en korkaklarından biriydim, fakat başkalarına cesaret vermek için kendimi yürekli gibi göstermeye çalışırken ben de cesur oldum.”
Nasıl biri acaba bu Werther? Olmak istediği biri gibi davranmaya çalışırken sonunda gerçekten de öyle biri olarak bulmuş kendini. Bu gerçekten de mümkün mü acaba? Yoksa başkalarını kandırırken kendini de öyle profesyonelce kandırıyor ki insan ilk kendi inanıyor olmaya çalıştığı kişiye. Umutsuz, ızdırap dolu bir aşkı anlatıyor olmalıydı kitap aslında. Genç bir hukuk stajyeri olan Werther’in nişanlı bir kadın olan Lotte’ye olan aşkını. Bu aşka dair birkaç satır bulmak ümidiyle biraz daha karıştırdım.
“Aşksız yaşamak neye yarar. Wilhelm! Sihirli fener ışıksız olur mu? Feneri yakar yakmaz, beyaz duvarda renk renk resimler görürsün. Bunlar birer düşten başka bir şey olmadığı halde, çocuklar gibi onları seyredip hayran kalır, mesut oluruz. Bugün Lotte’yi görmeye gidemedim. Kaçınılmaz bir ziyaret beni bundan alıkoydu. Ne yapayım? Hiç olmazsa bugün onu gören biri yakınımda bulunsun diye uşağımı gönderdim. Onu ne kadar sabırsızlıkla bekledim! Dönünce de ne kadar sevindim! Utanmasam, boynuna sarılıp öpecektim. “
25 yaşında yazmış Goethe bu kitabı. Lotte’nin, Goethe’nin tanımış olduğu Maximiliane La Roche isimli kadından izler taşıdığı söyleniyor. Fakat esas hikaye Goethe’nin Alman Yüksek Mahkemesinde asistan olarak görev yaptığı sıralarda âşık olduğu Charlotte Buff adındaki nişanlı kadına duymuş olduğu karşılıksız ilgiden yola çıkıyor.
Sayfaları biraz daha karıştırdıkça bu okuma şekli hoşuma gitmeye başladı. Vurucu ve çarpıcı cümleleri tespit edip ardından kitabın konusunu biraz da bildiğimden, karakterin bunu ne zaman ne için söylemiş olabileceğini, neler hissettiğini kafamda kurmaya başladım. Daha genel bazı cümleleri kendi hayatımla bağdaştırarak düşündüm.
“Bir kalpte kendiliğinden filizlenen temiz sevinçleri yok etmek için kuvvet kullanan kimselere lanet olsun. Kaba ve ters insanların hasetten doğan sıkıntısının zehirlediği bir anlık sevincin yerini dünyanın bütün armağanları, büyük iyilikleri tutamaz.”
Hazır hoşuma gitmişken kütüphanede duran birkaç kitabı daha karıştırdım. İçinde sevdiğim cümleleri bulmak için. Kimilerinin altını çizmişim, kimileri ise önüme açılan sayfada direk karşıma çıkıverdi.
“İyi insan, gülüşünü sevdiğiniz kişidir.” (Dostoyevski)
“Acı çekmiş ve kızgın olmalı insan; aksi takdirde gerçekten ustaca, kavrayıcı ve X ışınına benzeyen sözleri bulamazsın.” (Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya)
“Hayat, ancak bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim. İkinci defa oynayamam.. Artık benim için eskisinden beter bir hayat başlayacak… Gene makine gibi akşam üzerleri alışveriş edeceğim. Kim ve ne olduklarını merak etmediğim insanlarla görüşüp onların sözlerini dinleyeceğim. Hayatımın başka türlü olmasına imkan var mıydı? Zannetmem. Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz yaşayıp gidecektim. Sen bana, dünyada başka türlü bir hayatın mevcut olduğunu, benim de bir ruhum bulunduğunu öğrettin.” (Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna)
“Zaman sadece hiçbir şey bilmediğimi öğretiyor. Bu yüzden sadece ‘şimdiki zamana’ inanmaya başladım. Şu anı nasıl yaşarsan sonra öyle hatırlayacağın bir dünün olur. Yarın da şu andan itibaren başlar, öyle değil mi? ” (Necati Göksel, Hayat Askıda)
Böyle böyle kitaptan kitaba atlarken, içime işlemiş bazı paragrafları okurken vakit epeyce geçmiş. Dağıttığım kitaplığı topladım, okunacakları ayrı, okunmuşları ayrı koydum. Genç Werther’e ne oldu derseniz, onu da bu yaz kesin okuyacağım…
Resim Kaynakları:
http://www.sinematurk.com/kisi/54766-johann-wolfgang-goethe/