2017 Oscar adayları açıklandı ve 26 şubatta Akademi en iyi filmi seçecek. 9 çok farklı hikayeden yalnızca biri en iyi film olacak. La La Land’de dansları ve müzikleriyle hayatımıza renk katan Sebastian ve Mia’nın hikayesi mi, Fences’de orta yaş krizleriyle boğuşan Howard mı, Hidden Figures’de bir yanda ırkçılıkla mücadele ederken bir yandan da muhteşem zekalarıyla NASA’da fark yaratmaya çalışan 3 arkadaş mı, Lion’da küçük yaşlarda ailesinden kopup bambaşka bir hayata sürüklenen Saruu’nun hikayesi mi, yoksa Hacksaw Ridges’de hiçbir silaha dokunmayan, vicdani retçi askerimiz Desmond’ın mı… Hangi hikayenin en iyi işlendiği ve sinematografik olarak fark yarattığını 26 şubatta otoritelerden öğreneceğiz. Bu dokuz filmin içerisinde beni bu yazıyı yazmaya iten çok kaliteli bir bilim-kurgu da var. Saf ve pek çok defa işlenmiş bir bilim-kurgu hikayesini pek çok farklı bakış açısı ve farklı disiplinlerin penceresinden inceleyen bir film. Bu yazımda Dennis Villeneuve’ın yönettiği ve başrolünde Oscar’a aday gösterilmemesinden dolayı tepki çeken Amy Adams’ı barındıran Arrival (Geliş) filmini değerlendirip Oscar’daki şansı üzerine bir tahminde bulunacağım.
Uzaylıların dünyaya gelişi…
Amerikan sineması başta olmak üzere, sinema tarihinde bu konu klişeleşmeye ve hatta yüzlerce parodisinin yapılmasına gidinceye kadar çok işlenmiş, artık yönetmenlerin yeni bir şey göstermekte zorlandıkları için başlamaya korktukları bir proje haline geldi. Uzaylılar konusu, uzay-zaman ve yapay zekadaki gelişmeler dikkate alındığında yavaş yavaş bilim-kurgu sayfalarında arka planda kalmaya başladı. Arrival’ın gişedeki ortalama başarısını da bu doygunluğa bağlamak gerekir. İnsanlar artık yeni bir uzaylı filmi görmek istemiyorlar. Fakat bu film diğer bütün uzaylı filmlerinde eksik kalan bir dinamikle filmini farkı bir konuma getiriyor. Gerçekçilik… Tabii ki Uzaylıların dünyaya gelmesi fikrinin ne kadar gerçekçi olduğu uzun tartışmalara yol açabilir ancak gerçekçiliği uzaylılardan çıkarıp, dünyanın buna reaksiyonuna getirirsek film fazlasıyla gerçekçi hale geliyor. Kendinize şu soruyu sorun. Gerçekten dünyaya tam olarak ne olduklarını bilmediğimiz nesneler gelse ve bunların içerisinde canlı varlıkların bulunduğunu öğrensek insanlık ne tepki verirdi? Sonra filmi izleyin Arrival filmi size çok açık ve ikna edici bir yanıt verecektir.
Dilbilim perspektifi
Filmin en güçlü özelliği ve diğer bilim-kurgu filmlerinden farkı olayı fen bilimlerine belli bir mesafede tutup hikayeyi dilbilim perspektifinden açıklamak. Filmin ana karakterinin dilbilimci ve ikinci karakterin fizikçi oluşu, hikayenin dilbilimi ön plana çıkarırken fiziğe de hak ettiği saygıyı gösterdiğini kanıtlamaktadır. Bu yönüyle güzel bir denge kuruyor. İşin dilbilim yönüne gelirsek, hiç tanımadığınız bir medeniyetle karşı karşıya olduğunuzu düşünün. Bilimlerini, teknolojilerini, kültürlerini delicesine merak ediyorsunuz. Işık hızına ulaşabiliyorlar mı? Elektromanyetik dalgalardan haberdarlar mı? Uzay araçları bizim mekiklerimize benziyor mu? Kafanıza yüzlerce soru gelebilir. Ancak bu noktaya ulaşmadan önce çok daha temel iki sorunu çözmeniz gerekir. Nasıl merhaba diyorlar ve alfabeleri var mı? İletişim için gereken en temel iki kavram ve bunlar bizimkilerden tamamıyla farklı olabilir. Sadece merhaba demek için bile günlerinizi harcayabilirsiniz. İşte bu, filmin en ince ince ve ikna edici işlediği nokta. Uzaylıların yazı dilini ilk defa gördüğünüzde de film sizi içine almış oluyor. Artık sorgulamaya bir sonraki adımın ne olacağını düşünmeye başlıyorsunuz. Kendi geçmişinizde öğrendiklerinizi de hesaba katarak ben olsam şimdi ne yapardım diye düşünüyorsunuz. Sizden hem fiziksel olarak, hem dil olarak, hem yazı dili olarak hem de düşünce sistemi olarak bambaşka olan bir medeniyete nasıl yaklaşırdınız? Onlara dilinizi nasıl öğretirdiniz? Onların dilini öğrenirken nasıl bir yol izlerdiniz ve filmin sorduğu asıl soru, acaba öğrenmeye başladıkça onların dilinde düşünmeye başlar mıydınız? Uzaylıların dilinde rüya görür müydünüz? İzledikçe sorular akmaya devam edecek ve siz her sahnede biraz daha bağlanacaksınız filme. Bir bilim-kurguyu dilbilim perspektifinden işlemek filmin bence en büyük başarısı olmuş. Gerçek dünyada teoride kalabilecek pek çok sorunun güzel bir simülasyonunu yapmış adeta.
Oscar’daki Şansı
Arrival bu sene en iyi film de dahil olmak üzere 8 dalda aday gösterildi. Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse en iyi film adayları bu sene biraz zayıf gözüktü benim gözüme. La La Land’in çok başarılı ve çok eğlenceli bir film olduğunu itiraf etmekle birlikte Golden Globe’daki 7 ödüllü olağanüstü başarısını biraz da diğer filmlerin zayıflığına bağlıyorum. Arrival’ın bu adaylar arasında en iyi film seçilmesi beni açıkçası rahatsız etmeyecektir. Ancak şunun da farkındayım ki, ben bir bilim-kurgu hayranı olarak objektifliğimi ancak belli bir seviyeye kadar getirebilirim. İyi işlenmiş bir bilim-kurgu benim gözümde her zaman diğerlerinden bir tık önde olacaktır. Benim genel tahminin La La Land’in en iyi film seçileceği ama yine de Arrival’ın hiç şansı yok da denemez. La La Land’in güçlü rakipleri arasına Lion, Hidden Figures, Fences ve Arrival’ı zorlanmadan koyabiliyorum. Diğer filmlerden Manchester by Sea, Hell or High Water gibi filmler ise iyi işlemesine rağmen bana konuları yönüyle fazla basit geldi. Hacksaw Ridges ise iyi bir konuyu kötü işlemiş diyebilirim. Moonlight a yapacağım yorum ise benim hayat perspektifimde fazlasıyla sübjektif olacağından bu yazıda ona yer vermemenin daha doğru olacağı kanaatine vardım. Tabii ki de bir bilim-teknoloji birimi yazarı olarak benim gönlümün favorisi iyi işlenmiş bir bilim kurgu olan Arrival olacaktır.
Görsel Kaynak
http://hergunhdfilm.com/e-t-1080p-izle.html
http://www.star.com.tr/yazar/uzun-zaman-sonra-yeni-bir-sey-soyleyen-film-arrival-yazi-1157762/