Cılız,hastalıklı olup beklenmedik bir anda anlaşılmayan bir güzelliğe bürünen bir genç kıza benzettiği Petersburg kırlarında bir yaz ayında sokaklarda yürürken yine ne kadar yalnız olduğunu düşündü. “Sanki köşesinde unutulmuştu, gerçekten herkes için yabancıydı.” Caddelerdeki evlerle kurduğu muhabbeti arkadaşlarıyla kuramıyordu.
“Yaşam öyküm mü? Benim öyle bir şeyim yok,” diyecek kadar hayatından umutsuz “ayrı bir tipti.” O yüzden insan ayağının değmediği kuytulara yerleştirdi kendini. Bir hayalciydi, hayalperestti. Hayallere tutunurdu canla başla. Bu “çeşnisi değişik, aldatıcı tatlı zehir” belki de yaşamına konu olabilecek tek özelliğiydi. “Hayallerinin hayalleri”ni yaşardı ve bu kısır döngüde hep yalnızdı.
Rıhtımın korkuluklarına dayanmış ağlamaklı kadın, hayallerinden kopan bir gerçekti onun için. Bu kadına “kendinden söz edeceği gerçeği çok tuhaftı.” Onunla tanışacak, onunla konuşacak olmak… Yarım akıllı temizlik görevlisi ve birkaç tanıdık gereksiz yüz dışında bir insan. Üstelik çok güzel. Bir hayalperestin hayatında karşılaşabileceği en sıra dışı olay.
“Bana öyle geliyor ki size Nastenka demekten hiç yorulmayacağım,” dedi ve hiç sıkılmadı, Nastenka, sevgili Nastenka, dostum Nastenka, ah benim iyi yürekli Nastenkam, ah Nastenka, Nastenka… kendi ismini okuyucusuna bağışlamayı unutacak kadar çok dile getirdiği kadının ismi, dört gecede yüreğine vurulmuş, sonsuza kadar silinmeyecek bir damga gibiydi.
Onu gördüğünden beri kalbindeki kıvılcım bir ateşe dönmüş, yıllarca soğuktan kaskatı kesilmiş vücudu artık bir tek onun sayesinde ısınıyordu. “Yoksa o, bir anlık da olsa, senin gönlüne yakın olsun diye mi yaratıldı?” Evet, o anlık his bir ömre bedeldi, üzerinde sayısız hayali türetebileceği bir nimetti isimsiz hayalperestimiz için.
Düşüncelerimde iz bırakan bir kahraman daha… İsmi yok ama anlatmaya değer dört beyaz gecesi var. Yoğun zamanlarınız için bir saati geçmeyen bir molaya değer.
Kaynakça: Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Beyaz Geceler (Mehmet Özgül, Çeviri) (İstanbul: İletişim Yayınları, 2016)