Roma’da MS 269 yılının parlak bir günüydü. Eğer yılın aşık olmak için ideal sayılacak belirli günleri seçilecek olsaydı, muhtemelen bu gün listenin başlarında yer alırdı. Lakin ne mitoloji, ne de tarihte her şey bu gün kadar aydınlık ya da bu fikir kadar basitti. İmparator İkinci Claudius bu güzel bahar gününden önceki gece aniden uykusundan uyanmış ve bundan iki yıl önce zafer kazandığı Naissus Savaşı‘nın anılarını düşünmeye başlamıştı. Gerçekten de kendinden önce tahtta bulunan son imparatorların aksine askeri alanda oldukça bilgili ve güçlüydü Cladius. Roma İmparatorluğunu son dönemlerde içine düştüğü sıkıntılı durumdan çıkarabilecek tek kişi, onun gibi biri olabilirdi. Fakat bu düşünceler onu gururlandırmakla kalmıyor, aynı zamanda da omuzlarına büyük bir sorumluluk yüklüyordu. Askerleri daha iyi olmalıydı. Korkusuz, ülkesi için savaşmaktan başka bir şeyi düşünmeyen, ölümüne savaşacak güçlü adamlar olmalıydı bu askerler. Fakat Claudius’un önünde bir engel vardı: Roma’nın güzel kadınları. Savaş sırasında adamlarının aklından çıkmayan sevgilileri, eşleri ve çocukları. Ve o gece çılgınca bir karar aldı Claudius. Bundan böyle kanun gereği Roma’da kimse evlenemeyecek, nişanlamayacaktı!
İmparatorun bu gecesinin ardından gelen o aşık olunası gün, aslında Romalı sevgililer için o kadar da güzel bir başlangıç değildi. Bu yüzden güneşin sanki evrendeki en parlak yıldız olmak istercesine parlamasına, çiçeklerin Tanrıçalar kadar güzel kokmasına ve kuşların sanki cennettelermişcesine cıvıldamasına hiçbir anlam veremiyorlardı. Claudius çok zalim ve güçlü bir yöneticiydi. Bu çılgınca fikre isyan etmek bir yana, orta yolu bulmak üzere atılacak bir adımın düşüncesi bile, kendisini üreten kafanın ait olduğu bedenden ayrılması için yeterince güçlü bir sebepti. Bütün bunlar başta genç kadınlar ve erkekler olmak üzere, tüm Roma halkının çaresizlik içinde surat asmasına sebep olmuştu ilerleyen günler boyunca. Fakat içlerinden biri -bir din adamı- bu mutsuzluğa dayanamadı ve yasaya rağmen çiftleri gizli gizli evlendirmeye devam etme fikrine kapılma cür’etinde bulundu. Bu adam Aziz Valentine’di ve arkadaşı Aziz Marinus‘la birlikte bu yasadışı ve tehlikeli işe giriştiler.
İki kişinin bildiği sır değildir derler, haklı olacaklar ki bu durum bir süre sonra İmparator Claudius tarafından duyuldu. Aziz Valentine yakalanıp Claudius’un karşısına getirildiğinde kendinden oldukça emin görünüyordu. Yasayı çiğnemiş olsa da yaptığı şeyin yanlış olmadığını biliyordu ve bu konuda geri adım atmak gibi bir niyeti yoktu. Claudius, her ne kadar aç bir kurt kadar acımasız ve demir kadar sert oluşuyla dünya çapında ün salmış olsa da, Valentine’ın bu kararlı tavrından etkilenerek ona “Eğer yasaya karşı gelmekten vazgeçer ve Hristiyanlığı bırakırsan seni affedebilirim” demişti. Tahmin edersiniz, Valentine’ın cevabı belliydi. Buna karşılık olarak dövülüp, ertesi gün idam edilmek üzere bir hücreye kapatılan Valentine orada gördüğü gardiyanın kızına aşık oldu. Valentine o gece Tanrı’dan yardım istedi ve aşık olduğu bu kör kadının yeniden görmeye başlamasını sağladı. Ertesi sabah, 14 Şubat 270 tarihinde, ölüme gitmeden önce kadına üstünde “Senin Valentine’inden” yazan bir kart bıraktı.
Bu söz, günümüzde özellikle resmi dil olarak veya yaygın olarak İngilizce konuşulan ülkelerde “From your Valentine” şeklinde 14 Şubat kartlarının üstünde kullanılan bir klişedir. 14 Şubat’ın Sevgililer Günü olarak kutlanmaya başlaması MS 500 yılına doğru Papa Gelasius tarafından ilan edilen Aziz Valentine Günü’ne dayanır. 1969 yılında kilise tarafından bu günün kutlanması resmi olarak kaldırılmış, fakat özellikle Hristiyanlığın yaygın olduğu ülkelerde insanlar birbirlerine sevgi mesajları yazdıkları kartlar yollamaya devam ederek günümüze kadar bir şekilde bu geleneği sürdürmüşlerdir. Batı dillerinde sevgili anlamına gelen valentine kelimesinin de bu efsaneden sonra kullanılmaya başlandığı söylenir. Ayrıca İngilizce’deki “Valentine’s Day”, dilimize “Sevgililer Günü” olarak geçmiş ve komik bir çeviri hatasıymışcasına yanlış anlaşılmalara kurban gitmiştir.
Kısaca, modern zamanlarda dünya çapında daha çok ticari bir etkinlik haline gelen 14 Şubat, aslında eski bir Hristiyan bayramı, bir ölüm yıl dönümüdür. Güne adını veren Aziz Valentine, Hristiyanlığı seçtiği ve inancından vazgeçmediği için öldürülmüştür. Yani kutladığımız -ya da kutlamadığımız- modern Sevgililer Günü’nün, aslında günün gerçek özelliğine dair bir yanı kalmamıştır. Yine de her 14 Şubat gününde aşıklar birbirlerine aşk mesajları yolladığı için, bir süre sonra Aziz Valentine aşıkların koruyucu azizi olarak anılmaya başlamıştır.
Kişisel fikrimi soracak olursanız, bu günü modern haliyle çok anlamsız bulmakla birlikte, Aziz Valentine’e saygı duymaktayım. Yine de eğer Sevgililer Günü’ne dair tek bir iyi özellik söylemek zorunda bırakılsaydım; bu etrafta bolca gördüğüm ve saplantılı olduğum güller olurdu. Artık sembolik hale gelen, aşkı ve tutkuyu temsil eden kırmızı güller yerine de, bu günün çıkış noktasını da göz önünde bulundurarak sadece siyah güller görmek isterdim -elimde olsa-. Aslında ülkemizde pek yaygın olmasa da, Sevgililer Günü kartı gönderme geleneğinin Aziz Valentine’ın sevdiği kadına bıraktığı notla ortaya çıkması gibi, kırmızı gül geleneğin de Fransız Kralı XVI. Louis’in karısı Marie Antoinette‘e her 14 Şubat günü kırmızı güller yollamasıyla başladığı söylenir. Belki bu da başka bir yazı konusu olabilir.