Küçüklüğüme dair en net hatırladığım şeylerden biri, televizyonda iki haftada bir kez “Matilda” adlı bir filmin gösterilip durduğudur. Beş yaşlarında bir kız için sihir yapabilen, uçabilen, okuldaki öğretmenlere kafa tutan küçük bir kız çocuğunu televizyon ekranında görmek olağanüstüydü açıkçası. Her seferinde sanki ilk defa izlermişim gibi heyecanla, biraz korkarak biraz da “acaba bu sefer sonu farklı olsa nasıl olurdu?” diye düşünerek; bazen de replikleri oyuncularla beraber tekrar ederek televizyonun karşısında yerimi alırdım. Bundan yıllar sonra bu hikâyenin aslında Roald Dahl adlı bir yazarın eseri olduğunu ve televizyonda izleyemediğim zamanlarda elimdeki kitabı okuyarak istediğim kadar hayal kurabileceğimi fark ettim. Bana bu heyecanı yıllar sonra yaşatan bir diğer olay ise, Matilda’nın bir müzikal olarak Broadway’e geldiğini öğrenmem oldu. Hayal etmekten sıkıldığım zaman, tanıdığım karakterlerin sahnede canlandıklarını görme ihtimalim doğmuştu.
Benim kadar şanslı olup Matilda’yı izlemiş ya da okumuş olmayanlar için biraz olay örgüsünden bahsetmem gerek: Matilda, kitap okumaya bayılan, kendi kendini eğiten ve de öğrenmeye doyamayan bir kız çocuğu. Ama anne babası onun bu arzularına yanıt veremeyecek kadar umursamaz ve de anlayışsız insanlar. Kızlarının aşırı zeki oluşunu çoğu zaman yanlış bir şey olarak gören bu anne babanın, bu zekayı ödüllendirmek yerine cezalandırmak gibi bir yolları var. Hatta öyle ki en sonunda kızlarını oldukça sert bir müdürü olan bir okula yollayıp Matilda’nın orada, kendi hayallerindeki gibi az merak eden, az soru soran ve daha da az düşünen kıza dönüşmesini umut ediyorlar. Okulun müdürü, Bayan Trunchbull adında oldukça acımasız, öğrencilere eziyet etmekten de epey hoşlanan bir kadın. Hatta öyle ki odasından bir dilim pasta çalan Bruce’u kocaman pastayı neredeyse patlayana kadar yemesi için zorlayarak onu kendi yöntemleriyle “disipline ediyor”. Eserin ve de filmin konusu, Bayan Trunchbull ile Matilda arasında geçen güç savaşları ve de Matilda’nın diğer öğrenciler ile çok sevdiği öğretmeni Bayan Honey’i, Trunchbull’dan kurtarması. Bu arada belirtmem gerekir ki Matilda’nın sinirlendiğinde zihin gücüyle televizyonları patlatma, nesneleri uçurma ve hatta kalemi eline almadan kara tahtaya yazılar yazma gibi güçleri var. Kısacası küçücük boyu olan ama bir o kadar da cesur ve zeki bir kız Matilda. Sanırım küçükken onu bu kadar çok sevmemin nedeni de buydu. Bu nedenle onu Broadway’de izleme şansım olduğunu öğrenmek beni tekrar beş yaşındaki bir kız çocuğuymuşum gibi mutlu etmeye yetti.
Bence Matilda müzikali ile ilgili en önemli ve en çarpıcı şey, sahnede dans eden, şarkı söyleyen ve -eminim- çılgınlar gibi eğlenen çocukların olması. Gerçekten tıpkı hikâyedeki Matilda gibi hepsinin küçücük boyları var ama bunun yanı sıra mükemmel sesleri, dans figürleri ve de drama yetenekleri de mevcut. Kısacası “bu kadar küçük insanlar nasıl böyle kocaman işler yapabilirler ki?” diye düşünmeden edemiyorsunuz. Ayrıca filmde gördüğüm ve de imrendiğim her şey; kara tahtaya zihin gücüyle yazılar yazması, sihir yapması ve daha da fazlası, sahnede seyircilerin gözünün önünde gerçekleşiyor. Matilda’nın gücüne inanmak için bize sunulan sebeplerden sadece biri tüm bunlara canlı tanıklık etmek. Matilda’nın gücü derken kastettiğim, elbette ki sadece karakterin olay örgüsünde ulaştığı başarılar ve hedefler değil. Küçükken göremediğim bazı şeyleri bu müzikalin şarkılarını dinlerken, sahnelerini izlerken ve de bazen sadece dekorun ne kadar mükemmel tasarlandığını düşünürken anladım. Matilda, küçük bir çocukken kendime örnek edindiğim biriydi, çünkü onu desteklemeyen ailesine, ona eziyet eden okul müdürüne ve de ona inanmayan, değişmesini söyleyen herkese rağmen doğru bildiğini yapabilmişti. Hem de bir çocuğun cesaret etmesinin zor olacağı şeyleri başarmıştı. Onunla ilgili en havalı bulduğum şey elbette ki uçması ve objeleri hiç dokunmadan kontrol edebilmesiydi. Ama büyüdükçe asıl hayran olduğum şeyin, günümüzde yaratılmak istenen kadın figürünün aksine kendi ayakları üzerine basan, gelecekte de kimseye muhtaç olmadan bildiğini okuyacak bir kadın olacağına inanmam olduğunu fark ettim. Matilda’yı da anne ve babası, onlara yalvarmasına rağmen uzun bir süre okula yollamamıştı ve aslına bakarsak benim de yaşadığım ülkede durum bundan çok da farklı değildi. Belki yüzlerce genç kız, adları ne olursa olsun, aynı şekilde ebeveynlerine yalvarmış ve aynı şekilde geri çevrilmişlerdi. Tek fark, onların hikayesinin ne Broadway sahnesinde, ne televizyonda ne de Roald Dahl’ın hayallerinde olmamasıydı. Onların hikayeleri gerçekti. İşte ben bu yüzden, Matilda’nın öyküsünü dinleme, bir şekilde duyma olanakları arttıkça çocuklar gibi sevindim. Çünkü belki bu sayede Türkiye’den bu öyküyü dinleyen bir kız veya Amerika’da müziklerini dinleyen diğer kızlar kendi ayakları üzerinde durmak için Matilda’yı örnek alabileceklerdi.
Benimle aynı çocukluk hayallerini paylaşan, Matilda’yı bilen ya da öğrenmek için hala zamanı olan herkese Broadway’deki müzikalinin parçalarını dinlemelerini, sahneleri internetten izlemelerini öneririm. Eğer siz de bir zamanlar kendinizi benim gibi televizyon karşısında Matilda’ya hayran olurken bulduysanız, onu bir kez daha sevmeye hazır olun derim. Çünkü sahnedeki çocukların yarattığı bu müthiş oyun, aslında gerçek hayatta her çocuğun ulaşmayı ümit ettiği başarıların bir aynası. Onların neler yapabildiğini görünce eminim ki siz de daha fazlasını başaracağınıza inanacaksınız.
Görseller:
http://au.matildathemusical.com/connectwp/wp-content/uploads/2013/10/DSC_8465.jpg
https://www.bestoftheatre.co.uk/images/shows/production/resized/580×390/2906-1471511957-matildaps170820165.jpg