Politik durağanlığı pek sevmeyen bir ülkede yaşıyoruz, bugüne kadar pek görmediğimiz için olsa
gerek; düşününce de pek yakışmıyor durağan olmak bu ülkeye.
Her gün yeni bir konu buluyoruz tartışmak için,
Bazen günlük hayatımızda uzak duruyoruz bu tartışmalardan ama sosyal medyada bu açığımızı
kapatıyoruz aynı gün.
Twitter birbirine laf atan partizanlarla dolu, facebook seçim zamanları şenleniyor Müjdat Gezen,
Can Dündar sağ olsun, sözlükler zaten tartışmaların fitillendiği ve yönetildiği merkezler halini almış
durumda.
Siyasetçileri sevmezken çoğu zaman, siyaset üzerine konuşmaya bayılıyoruz.
Hepimizin bir görüşü var bir yerlerden edindiği.
Bu görüşler çerçevesinde oy veriyor, kendimize vekil tayin ediyoruz.
Yani diyoruz ki ‘gidin siz tartışın bizim yerimize, tartışma ve uzlaşma hakkımız sizindir, oldu ya
uzlaşamadınız, biz yine buradayız’.
Demokrasinin en iyi yönetim biçimi olduğunu iddia etmek ne kadar doğrudur tartışılır, lakin
demokrasinin mevcut ve uygulanabilir rejimler içerisinde en iyisi olduğunu iddia etmek yanlış
olmaz.
Bir oy kullanacak olması bakımından eşit olan bireyler kendi temsilcilerini seçerler demokrasilerde,
İçinde bulundukları devletin alacağı kararlara milyonda bir etki etmesi ihtimali bile çekici gelir
bireylere,
Temsiliyyet hazzı demokrasiyi en iyi yapan en önemli etkendir,
Ta ki insanlar demokrasinin çoğunluğun otoriter yönetimi olduğunu anlayana kadar.
Türkiye geçtiğimiz günlerde tekrardan hatırladı vekillerinin kavga etmesini, vekiller tartışın ve
uzlaşın, uzlaşamazsanız buradayız mesajını yine unuttu.
Tartıştılar, uzlaşamadılar. Halkı unutup kavgaya tutuştular, lakin sorarsanız hepsi halk için kavga
ettiler.
CHP’ye göre AK Parti faşist diktatör oldu, muhalefete saldırdı. AK Parti’ye göre ise CHP oyalandı,
kurulda 12 saat kitap okudu, olaylara zemin hazırladı.
Meclise taşındı tartışma, hakaretler havada uçuştu; “terbiyesiz, yalaka, çapsız”.
Sonunda kaybeden Türkiye oldu: zaman ve itibar.
Oysa milletin vekilleri böyle değildi yıllar öncesinde,
Geçtiğimiz günlerde tesadüfen inceleme şansı bulduğum Dörtlü Takrir’de çok partili döneme geçme
isteklerini şu naif dille ifade ediyordu Bayar ve arkadaşları:
“Bir taraftan, iç hayatımızdaki bu mesut tekamülün yarattığı siyasi olgunluk, diğer taraftan bugünkü
medeniyet dünyasının umumi şartları daha ilk Teşkilat-ı Esasiye kanunumuzda hakim olan
demokratik ruhu, bugünkü siyasi hayat ve teşkilatımızda kuvvetle tecelli ettirmek zamanı geldiği
kanaatine bizi sevk etmiş bulunuyor”.
İsteğin ifade edilişine dikkatinizi çekmek istiyorum, eskiden nasıldı, şimdi nasıl?
Şerif Demir Düello isimli kitabında Recep Peker’in Adnan Menderes’in konuşması için “kötümser,
psikopat, mariz bir ruhun ifadesi” nitelemesini yaptığında tüm Demokrat Parti üyelerinin meclisi
terk ettiğini anlatır.
Aynı olay karşısında milletvekillerimizin bu tavrı takınmayacağından hepimiz adımız gibi emin
olabiliriz sanıyorum.
Eskiden nasıl temsil ediliyorduk, şimdi nasıl? Seçmen mi değişti yoksa?
Politikanın cevap bulması zor olan sorularına bir yenisini daha ekleyip geçtiğimiz günlerde Deniz
Baykal’ın katıldığı bir programda yaptığı yoruma aynen katıldığımı ifade etmek istiyorum:
“O kadar çok gerginlik yaşıyoruz, o kadar çok üzüntüye tanık oluyoruz ki insanın içinden oou çok
sert demek geçiyor”.
Hatta İvana Sert Sayın Baykal.