Kuğuya dönüşen çirkin ördek, arabaya dönüşen balkabağı, ormanın derinliklerinde şekerden bir ev, sekiz metre prenses saçı, kırk gün kırk gece düğün… Sihirli elmalar, çirkin cadılar, konuşan aynalar, camdan ayakkabılar, kılık değiştirebilen kurtlar… Ve tüm bu karmaşanın içinde hepsinde ortak şu klişe mutlu sonlar! Şimdiyse elimizde kalan yıllarca bu masallarla uyutulmuş hayal kırıklıkları.
Mutlu son nasıl bir ironidir hiç düşündünüz mü? “Ve sonsuza dek mutlu yaşadılar…” nasıl bir son olarak kabul edilebilir? O sırada kaçımızın aklına gelir Rapunzel’in dökülen, beyazlayan saçları, Uyuyan Güzel’in insomniası? O sırada Kurbağa Prens nasıl bir travma yaşamaktadır güzel prensesle balık tutarken? Cindrella, o paspal Külkedisi haliyle yakışıklı prensin ilgisini çekebilir miydi peki? Ya da Pinokyo’nun arkadaşlarıyla Blöf oynarken sürekli kaybetmeye mahkum olması haksızlık değil mi?
Peri masalları içinde saygı duyduğum bir tek Küçük Deniz Kızı olmuştur bu yüzden hep. Her ne kadar Disney masalın sonunu değiştirmiş olsa da, masalın Hans Christian Andersen tarafından 1836’da yazılmış orjinal versiyonunda Küçük Deniz Kızı Ariel masalın sonunda melek sesini ve güzel gümüş rengi kuyruğunu, Ariel’in kız kardeşleriyse altın sarısı saçlarını feda etmiştir açgözlü şımarık bir prens uğruna. Sonundaysa denizde bir köpüğe dönüşmüştür -o uğruna böyle fedakarlıklar yapılan- Prens karısıyla balayına giderken. Bu hikayede kazançlı çıkan tek kişi deniz cadısıdır mesela. Bundan daha gerçekçi bir peri masalı düşünemiyorum ben.
Küçük Deniz Kızı masalına daha ciddi bir gözle baktığımdaysa farkettim ki; Ariel erkek egemen topluma kendini kabul ettirebilmek için ‘sesini kaybetmiş’ bir kızcağızdan başkası değilmiş. Zaten bu gözle yaklaşıldığında, özellikle feminist yazarların bu geleneksel masalların içindeki kalıplaşmış bazı unsurlara dikkat çekmek adına pek çok eser ortaya koyduğunu görürüz. Örnek olarak, Ben Jane Yolen’ın 1981 yılında yazdığı “Sleeping Ugly” (Uyuyan Çirkin) uyarlamasında Prens Jojo “dışı güzel içi çirkin” diye eleştirdiği ‘en güzel kız’ı reddederek en çirkin kızı kendine eş seçer. İşte bu şekilde güzelin iyi, çirkinin kötü olması anlayışı da altüst edilmiş olur.
Küçük Deniz Kızı ise sonsuza dek mutlu, güzel ve iyi yaşamaz. Prens iyi, Deniz Cadısı kötü değildir açıkça. Gerçekçidir bu peri masalı. Tercihlerimizin sonuçlarına katlanmak zorunda olduğumuza, bir tutam peri tozuyla her şeyin bir anda düzelemeyeceğine dikkat çeker: “Sesini istiyorum” der deniz cadısı, “şu şarkılar söyleyen güzel sesini. Bana sesini verirsen ben de seni iki ayaklı çok güzel bir genç kıza çeviririm. Ama unutma, prens seni bütün kalbiyle sevmeli ve evlenmeli. Yoksa bir deniz köpüğüne dönüşüp sonsuza dek yok olursun.” Masalın sonunda artık Küçük(!) Deniz Kızı olgunlaşmıştır bir köpüğe dönüşürken.
Şimdi gökten üç elma düşse; biri bu yazıyı yazan benim başıma, diğeri Küçük Deniz Kızı masalının arkasındaki feminist kafaya, öteki de mesela bunları okuyan sizlerin avcuna. Biz kafamıza aldığımız darbeyle hafızamızı kaybetsek ve tüm bunları unutsak, siz o elmanın şu anda sarayında çılgın kahkahalar atan kötü bir kraliçe-cadı tarafından zehirlenmediğinden nasıl emin olabilir de bir ısırık alabilirsiniz?
İnatla soruyorum; peri masallarını nasıl bilirdiniz?
pelin
ama bütün hikayelerinki anlatılamıyorr :(
eda
ben diyer hikayelerin sonlarını biliyorum mesela kırmızı başlıklı kız büyükannesinin evine gidince orda yatakta yatan kurdu büyük annesi sanıyo ama kurt kız gelmeden önce büyük annesini öldürüyor ve onun etlerini ince ince kesip kanını şişeye dolduruyor kırmızı başlıklı kız geldiğinde ise ona onun kuzu eti ve şarp olduğunu söyleyerek kırmızı başlıklı kıza büyükannesinin etine yediriyo