Toplumsal epistemolojinin bir alt dalı olarak feminist epistemoloji, bilgi ve bilim üretiminde ortaya çıkan toplumsal cinsiyet normlarını ve cinsiyet anlayışlarını inceler. Erkek ve kadın arasındaki bilişsel farklılıklara değinen naif kuramların aksine, bilgi olarak ele aldığımız şeyin, mevcut toplumsal cinsiyet tarafından nasıl etkilendiği ana konusudur. Dolayısıyla, bilimin kuramsal üretimi sürecinde gerçekleşen cinsiyet ayrımı hakkında da rasyonel argümanlar sunar.
Bilimin feminist eleştirmenleri, genellikle kadının bilim tarihinde ikinci plana atılmasından sıkça bahsederler. Halbuki, günümüz batı toplumlarında varolan yasal düzen, cinsiyetler arasında akademik bir engel yaratmasa da hala kadınların akademik başarısı önünde bazı resmi olmayan engeller bulunmaktadır. Sosyalizasyon araçları olarak ele aldığımız kitlesel medya, aile, yakın çevre ve eğitim sistemi, “erkeksi” olmaları gerekçesiyle kadınların matematik, mühendislik ve doğa bilimlerinden uzak durmasını aşılar. Modern karma eğitim sisteminde, bu alanlar erkekler için “hot topic” olarak sunulurken, kadınlar dışlanır. Kadınların akademik pozisyon edinme şanslarının, erkeklere nazaran daha düşük olduğuna dair sayısız araştırma bulunmaktadır. Yüksek lisans ve doktora programına başvurma, alıntılanma, prestijli kurumlarda yer edinme gibi pek çok durumların, genellikle kadınların aleyhine olduğu bilinmektedir. 1970li yıllarda MLA’in makale değerlendirmelerinde cinsiyet ibaresini kaldırmasının ardından, kadınların üretmiş olduğu makalelerin kabul edilme oranlarda ciddi bir artış olduğu görülmüştür. MLA’in bu uygulaması, kadınlara yönelik bilişsel önyargıyı kırmaktadır.
Kuramsal emekçiliğin, cinsiyetçileştirilmesi aslında sadece kadınlar aleyhine bir adalet ihlali olmaktan ziyade; aynı zamanda, bilimsel üretim ve bilimin gelişmesini de önüne geçmektedir. Bilimsel komünitenin niteliksel ve niceliksel artışı, doğal olarak bilim adına olumlu sonuçlar doğuracaktır. Bu tür bir üretim mekanizması içerisinde, Nobel Ödüllü James Watson ve Francis Crick yerine “Nobel Ödülü sahibi” Rosalind Franklin gibi dehaları görmek mümkün olabilirdi.
Çoğu feminist epistemolog, bilginin nesnesi ve araştırmacının toplumsal cinsiyete bakış açısı arasında nedensel bir ilişki olduğunu iddia ederler. Böylece, kişinin sahip olduğu toplumsal cinsiyetler normları, bilginin karakterinin, kişinin öznelliğiyle şekillenebileceği kabul edilir hale gelir. Jinekoloji gibi kadın bedenine odaklanan çeşitli alanlarda çalışan kadın araştırmacılar sayesinde, bilimsel olarak daha fazla gelişme kaydedildiği gözlemlenmiştir. Erken dönemdeki jinekologların sahip olduğu misojini, kadınların kendi bedenleri hakkındaki söylem ve yöntem geliştirmesi sayesinde ortadan kalkmıştır.
Kadın ve erkeklerin, bilişsel donanımlarından ötürü farklı biçimlerde düşündükleri iddiasında olan fikirler, feminist epistemolojinin ortaya sunduğu can alıcı pek çok kanıtı gölgelemektedir. Sonuç olarak, temelsiz biçimde öne sürülen kadınsı ve erkeksi düşünme modlarının varlığı, bilimin kuramsallaştırılma sürecinde kadınların rollerini belirlemektedir.
Feminist Bilim (2) – Toplumsal Cinsiyet Sembolizmi ve Bilginin Hiyerarşisi: