Not: Contact film incelemesine muhteşem açılış sahnesi ile başlayıp, Jodie Foster’ın son konuşması ile bitireceğim. Keyifli okumalar ve keyifli izlemeler. 

Bilim-Kurgu köşemizin 10. yazısını benim için önemi büyük olan bir filme ayırmak istedim. İlk defa lisedeyken izlediğim ve bu ilk buluşmamızın ardından hayatımın farklı evrelerinde tekrar tekrar izleme ihtiyacı hissettiğim bir film. Filmi hiç duymamış bir kişiye, ilgi uyandırmak için söylenilebilecek ilk şey, Carl Sagan’ın Mesaj kitabından uyarlandığı olmalı. Sagan’ı, insanları bilime karşı sempati uyandıran ve bilim yapmaya teşvik eden sözleri ile hatırlıyoruz. İşte bu yapıt, 2,5 saatlik bir Sagan öğretisi gibi. Filmin başrollerinde ise Jodie Foster’ı, Fizikçi Doktor Eleanor Arroway rolüyle ve Matthew McConaughey’i ise teolog Palmer Ross rolüyle izliyoruz. Bu iki oyuncunun da performansı oldukça iyi olmakla birlikte, filmde Jodie Foster’ı izlemek müthiş bir keyif. Şahsi olarak benim en sevdiğim kadın oyuncu olabilir. Son olarak filmin yönetmenliğini, Forest Gump ile tanıdığımız Robert Zemeckis’in üstlendiğini belirterek, bu yapıtı özel kılan yönlerini incelemeye başlayalım.

            Filmin anlatımında ki ana etken, insanlığı derinden etkileyebilecek, bütün algımızı ve yaşam biçimimizi değiştirebilecek bir keşif üzerinden buna verilen reaksiyon. Hikayemizde bu keşif evrende yalnız olmadığımız. Bilimle ilgilenen, ilgilenmeyen nice insanın hayatında gökyüzüne bakıp sorduğu bir soru bu. Bu soru üzerine tarih boyunca sayısız araştırma yapıldı ve görünürde çok az pratik uygulaması olmasına karşın, insanın merak duygusu bu alana büyük yatırımlar yapılmasına sebep oldu. Filmde de adı geçen SETI (Search for Extraterrestrial Intelligence) enstitüsü, gerçekten dünya dışı bir medeniyet bulmak üzere araştırma yapan, önemli bilim insanlarını bünyesinde bulunduran bir bilimsel merkez. Aslında bu amaç için, Galileo Galilei’den beri kat ettiğimiz gelişme sadece daha büyük teleskoplar yapmak. Evreni daha geniş kapsamlı inceleyebilecek, ondan veriler alıp bunları işleyebilecek aygıtlar inşa etmek. Contact filmi işte bizim de şu anda içinde bulunduğumuz bu gerçeklik ile açılıyor. Dünya dışı medeniyetlerin varlığına inanan bir bilim insanının, onlarla iletişim kurmak için yürüttüğü muazzam eforu seyrederek başlıyoruz.

            Film bir noktada çok basit bir soru soruyor. Bu soru üzerinden hikaye heyecanlı hale gelmeye başlıyor. Ya başarırsak? Gerçekten dünya dışı bir medeniyetten bir mesaj almayı başarırsak, insanlığın buna tepkisi ne olurdu? İnsan kompleks bir yaşam formu. Farklı gruplar ve farklı hayat görüşlerine sahip. Bu yüzden Doktor Arroway’in keşfi, çok farklı yorumları ortaya çıkarıyor. Bilim çevrelerinde, dini gruplarda, politik çevrelerde, eğlence sektöründe… Bu muazzam keşif, bütün bu çevrelerce farklı yorumlanıyor ve farklı reaksiyon alıyor. Bazıları çok yıkıcı olmakla birlikte, bazıları da zararsız oluyor. Film bu bilginin yıkıcılığıyla kafası karışmış, ne yapacağını bilemeyen insanların tepkisini ince ince işliyor. Sıklıkla televizyonlarda bu konunun farklı eksenlerde tartışılmasını izliyoruz. Süreç ilerledikçe hükümetlerin ve bürokratik organların konuyu ele alışlarını, sıklıkla yapılan toplantılarda görüyoruz. Bütün bu yönleriyle Contact gerçekten tutarlı ve gerçekçi ilerliyor. Gerçekten de dünyanın böylesine şok edici bir bilgi ile karşılaştığında, buna benzer bir tepki vereceğine ikna oluyorsunuz. Film geniş perspektiften bakıldığında, size çok ikna edici bir tablo sunuyor.

            Daha küçük perspektiften karakterler üzerine yoğunlaştığımızda ise film bize muhteşem ikili diyaloglar sunuyor. Bunların en başında, filmin açılış sahnesi ile gelen, başka gezegenlerde hayat var mı sorusuna verilen yanıt geliyor. “Eğer sadece biz varsak, korkunç bir yer israfı olurdu.” Bu açılış cümlesi, film bitinceye kadar hikayeye dahil oluyor. Film bu cümleyi unutmamıza asla izin vermiyor. Filmden küçük bir alıntı yapayım. “Orada 400 milyar yıldız var, sadece bizim galaksimizde. Eğer bunların milyonda birinin gezegenleri olsa ve eğer bunların milyonda birinde hayat olsa ve bunların milyonda birinde düşünsel hayat olsa orada milyonlarca medeniyet olurdu.”

            Film aynı zamanda, bilime ve bilimin amacında da odaklanıyor. İnanç ile olan bağlantısını ince ince işliyor. “Bilimin pratik hatta karlı olmasının ne sakıncası var? Hiç yok, amacınız bilimin asıl gayesi olan gerçeği bulmak olduğu sürece.” Bu konular genel olarak, Palmer Ross ve Eleanor Arroway arasında ki diyaloglarla işleniyor. Bilimin ahlaki sorumlulukları, inanç ile arasında ki ilişki gibi konular. Bu konuda iyi arkadaş olmalarına karşın fikir anlamında iki uç noktada kalan karakterlerimiz, filmin sonunda Elenor’un yaşadığı muhteşem tecrübenin ardından bir ortak paydada buluşuyorlar. Bu sonu öğrenmek istiyorsanız tek yapmanız gereken DVD’nizi takmak olacak.     

Görsel Kaynak:

  • https://www.wannart.com/carl-saganin-bilime-kazandirdiklari/carl-sagan-wannart-4/

Leave a Reply