Avrupa’da bilimin doğduğu şehirdir Floransa. Rönesans’ın mimarı. Pek çok bilim adamını özgür kılan, araştırmalarına özgürce devam etmelerini sağlayacak fırsatı onlara veren şehir. Michelangelo tepesinden şöyle bir baktığınızda şehre, “Gelin size öğreteyim.” der adeta. Avrupa’yı karanlığından çıkaran ışıktır bu şehir.
Gittim, gördüm ve şehri ancak böyle tasvir edebilirim. Ne yazık ki kelimelerim anlatmak için yeterli değil ama bunu benden çok daha iyi başarabilecek bir yapı var Floransa’da. “Santa Maria del Fiore(Floransa Katedrali)”. Üzerindeki motifler ve simgelerle bize bir şey anlatır. İnsanlığın anlaması gereken bir sırrı vardır.
Katedral’in fotoğrafını görüyorsunuz yanda. Başlıca şöyle anlatabilirim. Alt taraftaki kucağında bir çocukla oturan hanım Hz. Meryem ve tahmin edebileceğiniz gibi kucağında ki küçük çocuk da Hz. İsa. Sağındaki ve solundakiler ise 12 havari. Bir de en tepede bir daire içerisinde kafasında üçgen olan bir kişi var. O tanrıyı sembolize ediyor. Buraya kadar her şey normal. Şimdi benim ilgimi çeken bölüme geliyoruz. Hz. Meryem’in üzerinde ki ve tanrıyı sembolize eden adamın altında ki kişiler kim? Melekler mi? Hayır. Onlar, Michelangelo, Galileo Galilei, Machiavelli, Leonardo da vinci gibi BİLİM, SANAT VE FELSEFE adamları. Ne işi var onların orda? İşte ben İtalya gezimde bu sorunun cevabını öğrendim. Bilim, sanat, felsefe, bilgi ve öğrenme aşkı din ile sınırlanan bir şey değildir. Rönesans bilim adamlarının böyle muhteşem bir mimarinin bir parçası olmaları da işte bunu göstermektedir.
Peki Floransa Katedrali’nin bize anlatmaya çalıştığı bu Rönesans fikri nedir? Rönesans ilimi özünde milattan önce 4. Yüzyıl yunan felsefesine özetle Aristoteles’e dayanır. Aristo’nun mantığı ve bilim yapma sistematiği, tarihi bir süreç aracılığı ile medeniyetleri tek tek dolaşır ve sonunda 15. Yüzyıl Avrupası yani Rönesans’a ulaşır. Bu süreç şöyle şekil alır. Roma imparatorluğunun yükselişiyle birlikte yunan bilim, sanat ve felsefesi Roma’ya geçer. Roma’nın elit kitlesinde bu bilgi değer görmesine karşın bu devirde mühendislikteki ciddi ilerleme haricinde kayda değer bir katkı görmemiştir bilim. Roma imparatorluğunun zayıfladığı ve İslam medeniyetinin yükseldiği devirlerde İslam ekollerinin (doğuda Şam, Semerkant, Buhara ve Batıda Kurtuba ve diğer Endelüs bilim ekolleri) dilinde Aristo Üstad-ül Evvel yani ilk üstat olarak adlandırılır. Aristo mantığının son durağı Galileo Galilei’nin İslam bilim ve felsefe adamlarından ilham alarak dünyanın döndüğünü keşfetmesiyle Avrupa medeniyetine yani Rönesans’a geçer ve Avrupa’yı bugün ki haline getirir.
Bütün bu yazının özeti ve çıkarmamız gereken sonuç şudur. Bilim sürekli hareket halindedir. Bir süreç halinde medeniyetleri tek tek dolaşır ve gerçek bilim adamları her zorluğu göze alarak onu ararlar. Artık gereksiz ve bir sonuca varmayan tartışmaları bir kenara bırakıp, bilgiyi aramaya başlamalıyız. Tıpkı Aristo’nun, Galileo Galilei’nin, Machiavelli’nin, Da vinci’nin, Michelengelo’nun; İbn i sina’nın, İbn i Haldun’un, Ali Kuşcu’nun, Farabi’nin, Mimar Sinan’ın yaptığı gibi. Rönesans’ın sırrı budur.