Uğur Başçı’dan Namık Hoca’ya;
Bilim üzerine bir röportaj yapmak için çağırmıştık onu okulumuza. Bize bilimsel olarak rehberlik etsin, bizi harekete geçirsin diye… Lakin ağzından çıkan ilk kelimeler ne bilimdi, ne teknoloji, ne quantum mekaniği, ne modern fizik, ne atomlar, ne de kuarklardı. O bize 4 erdemden bahsetmişti. Ahlaktan, etikten, tevazudan, dürüstlükten… Bilgelik ve çalışkanlık bunlardan sonra geliyordu onun gözünde. “İyi bir bilim adamı olabilirsiniz ama doğru ahlak yasalarına sahip değilseniz bunun hiçbir değeri olmaz.” demişti bize. Önce iyi insan olmalı, sonra çok çalışmalıydık. 24 saatimizi çalışmaya adamalıydık. Tembel değil, zamanın kıymetini bilen, meraktan beslenen, materyalizmden ve makyavelizmden uzak bir tutkuyla bağlanmalıydık işimize. Düşük maaşımızla çok çalışmalıydık. Çünkü bize çok para vermeyeceklerdi. Yaptığımız işe değer vermeyeceklerdi. Biz, kendi göbek bağımızı kendimiz kesecek ve paradan daha değerli olan bilgiye ulaşacaktık.
İşte bu öğütlerle yitip gitti dünyadan. Gazetemize muazzam bir röportaj kazandırdı bundan yaklaşık bir sene önce. Yazar arkadaşlarımdan Onur Özer ve Berkay Alp Çakal ile birlikte yapmıştık bu röportajı. Bu yüzden bu anma yazısını da beraber yazmak istedik. Bu yazı benim yazım değildir. Bu yazı üçümüzün ortak yazısıdır. Namık Hoca’nın nasıl bir insan olduğunu ve röportajıyla bize neler kazandırdığını anlattığımız yazıdır. Tabii ki Onur’un hocayla olan bağı bizimkiyle kıyaslanamayacak düzeydeydi. Bu yüzden Onur’un hocaya mesajının çok daha güzel olacağına inanıyor ve kelimeleri ona bırakıyorum.
Onur Özer’den Namık Hoca’ya;
Belki de ilk kez bir yazıya nasıl başlayacağımı, hangi cümleleri kurabileceğimi bilemiyorum. Prof. Dr. Namık Kemal Pak ile tanışma fırsatını, ilk kez iki sene önce Bilkent Genetik Topluluğu’nun başkan yardımcısı iken düzenlediğim Evrim Sempozyumu’na çağırdığım zaman yakalamıştım. Etkinlik için yaptığı konuşma ve kendisiyle yaptığım muhabbet, beni derinden etkilemişti. O an gözlerimle gerçek bir bilim insanının nasıl olması gerektiğinin vücut bulmuş halini görmüştüm: zeki, akılcı, erdemli, kibar, ilkeleri olan ve eğlenceli. O günden sonra ara ara Namık Hoca’yı, Bilkent’e konuşmalar yapması için davet eder ve bu zaman dilimlerinde de onunla sohbet eder olmuştum. Benim için artık, bilim insanı olma yolundaki kariyerimde önemli idollerden biri haline gelmişti. Kişisel düşünceme göre kendisi, Türkiye’nin gördüğü en değerli TÜBİTAK başkanıydı; yaptıklarıyla TÜBİTAK’a ve Türk bilim tarihine altın çağını yaşatmıştı. Belki çoğunuz bilmiyorsunuz; ama çocukken onun sayesinde bilime kanımız ısındı. Bilim ve Çocuk dergisinin ve TÜBİTAK çocuk arşivinin kuruluşundan internetin evlerimize girmesine kadar birçok mihenk taşı niteliğinde olayda başrolü üstlenmişti. Kendisiyle en son GazeteBilkent için yaptığımız röportajda bir araya gelmiştik ve orada da bize bir bilim insanın nasıl olması gerektiğini çok güzel bir dersini vermişti. Hayatta paradan ve şöhretten daha önemli şeylerin olduğunu vurgulayan bir bilim işçisiydi o. Hiçbir zaman ideallerinden ve sahip olduğu erdemlerinden vazgeçmemiş, inandığı güzel yolda başı dimdik yürümüştü. Çalışmalarına ket vurmak isteyen çevrelere inat yılmadan bilimi yükseltme ve sevdirme aşkını sürdürdü ve bunda da çok başarılı oldu. En son konuştuğumuzda kendisini ne zaman istersem Bilkent’e tekrar davet edebileceğimi ve severek geleceğini belirtmişti. Kaderin oyunu ki, acı haberi bir dersimize konuk olarak bilim etiği hakkında konuşma yapması için arayacağım vakit aldım. Böyle bir akıl hocasını artık göremeyeceğim gerçeğini yaşayarak yazdım bu cümleleri; belki de hakkını bile veremedim ne diyeceğimi tam bilemediğim için bu olay karşısında. Tek diyebileceğim, Namık Hoca’nın dersini almasam bile hayat anlamında bana yaptığı hocalık ve yol göstericiliği için çok müteşekkirim ve onun bir öğrencisi olduğum için gurur duyuyorum. Hepimizin başı sağ olsun; bizlere kalan anısını yaşatmak olacaktır. Son sözlerim Namık Hoca’nın sık sık vurguladığı cümleleri olsun: “Hayatta paylaştıkça çoğalan iki şey vardır: sevgi ve bilgi. Ben de hayatımın son dönemlerinde bunu başarmaya gayret ediyorum.”
Berkay Alp Çakal’dan Namık Hoca’ya;
“Bilimsel düşünceyi egemen kılamazsak bilimsel teknoloji ürünlerinin ekonomik gönenç yaratması kaçınılmazdır.” Bizi ileriye taşıyacak yegane alanın bilim olduğunu sonuna kadar savunmuş, gerek TÜBİTAK başkanlığı gerekse akademisyenlik görevleri ile Türkiye’de her yaştan insana bilimi sevdirmeyi en büyük amacı edinmiş harika bir insan… Saygıyla anıyoruz.
Sonuç olarak, 3 yazar olarak bize öğrettiklerinden, ahlak öğretilerinden, bilim teşviklerinden, bilim-çocuktan, internetten ve daha nicelerinden ötürü Namık Hoca’ya teşekkür ediyor ve onu rahmetle anıyoruz. Artık bize düşen tek vazife bilim insanı olmaktır. Gerçek bir bilim insanı…
Namık Kemal Pak Röportajı: