Rekabet Kurumu 12 bankaya kartel oluşturdukları gerekçesiyle soruşturma başlattı. Akbank, Denizbank, Finansbank, HSBC, ING Bank, TEB, Garanti Bankası, Halk Bankası, İş Bankası, Vakıflar Bankası, Yapı Kredi Bankası ve Ziraat Bankası üst düzey yöneticileri kartel iddialarına karşı Rekabet Kurumu’nda ifade verecekler. Adı geçen bankalar mevduata uygulanan azami faiz oranlarını, kredi kartı faiz oranlarına yapılacak artışları ve kredi kartı hizmetlerine ilişkin olarak ücret ve komisyonları birlikte belirlemek için uzlaşlaşmakla suçlanıyor. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, bankalara verilecek olan cezaların çok yüksek düzeyde olmayacağını umduğunu söyledi. Rekabet Kurumu’nun ise kartelleşmeye giden kurumlara cirosunun yüzde 10’una kadar ceza kesme yetkisi bulunuyor. Bu da 12 bankaya verilecek toplam cezanın 3.5 milyar liraya kadar çıkabileceği anlamına geliyor. Ekonomi ve iş dünyasındaki yaygın görüş verilecek cezanın ekonomimizin temel aktörlerinden olan bankacılık sektörünü sekteye uğratacağını, bu sebeple ekonomideki gidişatı da kötü yöne çevireceği şeklinde. Peki Rekabet Kurumu ekonomimizi kötüleştirme ihtimali olan bu ve buna benzer cezaları neden kesiyor? Rekabet Kurumu’nun kuruluş amacı bunu anlamamızda bize yardımcı olabilir.
Günümüz dünyasında ve özellikle soğuk savaş sonrası serbest piyasa ekonomisi en makul ekonomik model olarak kabul gördü. Bununla beraber serbest piyasa ekonomisine geçen ülkelerde devlete ait teşebbüsler özelleştirildi. Devlet üretici, sağlayıcı rolünden denetleyici düzenleyici rolüne büründü. Ülkemiz de serbest piyasa ekonomisi uygulamasına geçen ülkelerden oldu. Bununla beraber devlete ait teşebbüsler, diğer adıyla Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) özelleştirildi, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Sermaye Piyasası Kurulu(SPK), Enerji Piyasasi Düzenleme ve Denetleme Kurulu (EPDK), Rekabet Kurumu gibi bir çok alanda, düzenleyici ve denetleyici yetkileri bulunan kuruluşlar belirdi. Bunların gerekliliği ise basit mikroekonomik temellere dayandırılabilir: Serbest piyasa ekonomisinde şirketler karını maksimum seviyeye çıkarmak isterler. Eğer bir markette kar marjı yüksekse o markete yeni üreticiler girmeye başlar. Bu da üreticiler arasında rekabete yol açar. Rakip firmalar karını maksimize etmek için fiyatlarını azaltıp satışlarını artırmaya çalışırlar. Bu eğilim de firmaları kar marjını artırmak için maliyetlerini minimize etmeye, bu amaçla inovasyon yapmaya, piyasaya kaliteli ürün sunmaya iter. Bu, düzenleyici roldeki devletin ve tüketiclilerin istediği bir durumdur. Çünkü bu sayede fiyatlar artmaz, bu da düşük enflasyona sebep olabilir. Diğer yandan da giderlerini azaltarak ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılamak isteyen tüketiciler bu durumda avantajlı konuma gelirler. Fakat serbest piyasa ekonomisinde işler her zaman böyle gitmez. Firmalar karını maksimize etmenin ve bunun sonucunda doğan rekabetin gerektirdiği dinamik yapıyı kaldıramadığından ya da piyasadaki tek üretici, sağlayıcı olmanın pastadaki tüm payı almak anlamına geldiğini bildiğinden piyasada tek hale gelmeye çalışırlar. Birbirini etkileyemeyecek kadar çok firma ve çok tüketici bulunmayan pazarlarda bunu gerçekleştirmek pek de zor olmaz. Oligopol olarak adlandırılan böyle pazarlara örnek olarak Türk bankacılık sektörü, mobil telefon hat sağlayıcıları gösterilebilir. Bu pazarlarda teorik olarak firmalar karını maksimize etmek için maliyet minimizasyonuna ihtiyaç duymaz, arzı istediği gibi kontrol eder, azalan arz ortamında da yüksek fiyatlar isteyerek karını maksimize eder. Bunu yapmak içinse rakip firmayla anlaşması ve fiyatları beraber belirlemesi gerekir ki tek bir firma gibi davranabilsin. Bu ise düzenleyici konumda olan devletin istemediği bir şeydir. Çünkü bu yüzden üretim artmaz, maliyet minimizasyonu peşinde olmayan firmalar inovasyona ihtiyaç duymaz, üretkenlik azalır. Bu da ülkenin büyüme oranını kötü yönde etkiler. Diğer yandan fiyatlar yüksek kaldığından enflasyon artar, tüketicinin refahı düşer ve tüketiciden üreticiye gelir aktarımı artar. Bu da gelir eşitsizliğine sebep olur. Bu yüzden devlet böyle oluşumları engellemeye çalışır. Kartel adı verilen bu oluşumları engellemek adına Rekabet Kurumu kurulmuştur.
12 bankanın gizlice yaptığı iddia edilen bu anlaşma da bir kartel anlaşmasıdır. Teoriden yola çıkarsak bu 12 banka mevduata uyguladığı faiz oranını beraber belirleyerek bu alnada doğacak olası rekabeti engellemiş ve bankalar için maliyet anlamına gelen mevduat faiz oranlarının yükselmesini engellemeye çalışmışlardır. Bu ise bankalara kaynak sağlayan tüketicilerin mağdur olması anlamına gelir. Öte yandan kredi kartlarına yapılacak faiz artırımında ve kredi kartından alınan komisyonların artırılmasıyla alakalı yapılan olası bir anlaşma, yine bankaların bu alanda olası rekabetini engellemiş, rekabet sonucu doğacak düşük faizle kredi kartı kullanımı engellenmiş olacak, diğer tabirle bankalar yüksek fiyata kredi vermiş olacaklar, bu da tüketiciyi mağdur eden bir durum oluşturacaktı. Rekabet Kurumu bu ve bunun gibi gerekçeleri gözeterek bu 12 banka hakkında soruşturma açtı. Peki, bankaları sekteye uğratacak büyüklükte bir ceza verilerek piyasa ekonomisi korunacak mı? Ali Babacan’ın açıklamalarından sonra büyük bir ceza ihtimali düşük görünüyor. Ayrıca Rekabet Kurumu aynı anda yapılan faiz indirmleri ve artırımlarından yola çıkarak bir kartel oluşturulduğunu düşünerek soruşturma başlatmış olabilir. Bu da olası bir kartelin hiç olmadığı ya da olsa bile kanıtlanamayacağı ihtimalini de ortaya çıkarıyor. Bütün bunlara rağmen Rekabet Kurumu büyük bir ceza kesecek mi? İlerleyen günlerde bunu göreceğiz.