2011 yılında toplam sanayi büyüme oranı %8,5 iken bu sene bu rakam %3’ün bile altındadır. Bu düşük rakamın sebeplerinden biri dünyadaki ve özellikle de Avrupa’daki ekonomik krizdir. Ülkemizin en büyük ticari ortaklarından bazıları yerinde sayarken hatta bazıları için küçülürken bizim %2’lik büyüme bile kaydedebilmemiz iyi bir gelişmedir. Öte yandan bu düşük rakamlar ekonomi yönetiminin ekonomiyi soğutma çabalarıdır. Zira her sene birbirinden alakasız büyüme oranları görmek sürdürülebilir bir büyümeyi sembolize etmez.

Sanayi üretiminin büyümesinde bazı dalgalanmalar olması doğaldır tabi ancak kendi açımızdan sanayimizin büyümesi bazı yapısal engellere takılmış durumdadır. Sanayicilerin çok yakındığı konulardan biri düşük kar marjlarıdır. 2010 yılı kurumlar vergisi beyannamelerine göre imalat sanayiinde ortalama kar oranı %3,6’dır.  Daha özele inersek metal sanayiinde %1,6, mobilya imalatında %4 ve gıdada %2,5’tir. Bu düşük kar oranları, sanayicinin öz kaynak biriktirmesine mani olmakta ve bu öz kaynak ile yatırım yapmasına engel olmaktadır. Bunun sonucunda da büyüme oranları düşüktür.

Yani sürdürülebilir şekilde daha çok büyüyebilmemiz için kar oranları artırılarak sanayicinin daha çok kazanmasıdır. Böylece sanayicinin kendine güveni yerine gelecek ve daha çok yatırım girişimlerinde bulunacaktır. Bu da demek oluyor ki daha çok yatırım girişimi, daha büyük bir sanayi ve daha büyük şirketler ortaya çıkar.

Türkiye, bugün dünyanın en büyük 20 ekonomisinde yer alıyor ve hedefimiz ilk 10. Bu hedefe ulaşmak için sadece yüksek büyüme hızı yetmez. Türk şirketlerinin de büyümesi gerekmektedir. Yani bu şirketlerin küresel çaplı, her kıtada tanınan, her türlü müşteriye hitap edebilen, yüksek cirolu şirketler olması lazım. Örneğin Apple bu sene çıkan Iphone 5 ürünü ile 21 Aralık 2012 itibariyle Amerikan ekonomisine 75 milyar $ katkıda bulunmuştur.

Ancak OECD’nin Türkiye’deki KOBİ’ler hakkında hazırladığı çalışmaya göre, 2012’de hizmetler dahil KOBİ sektörü Türkiye’deki tüm işletmelerin %99,9’unu oluşturmaktadır. Aynı zamanda bu KOBİ’lerin yatırım oranlarına gelirsek sermaye yatırımının %38’ine denk gelmektedir. Bu görüntü kendine az güveni olan bir çoğunluğun portresidir.

Öte yandan şirketlerin büyümesine engel olan birçok mevzuat sorunu da bulunmaktadır. Hükümetin getirdiği bazı yükümlülükler şirketlerimizin büyümesine engel olmaktadır.  Örneğin sermayesi belirli sınırı aşan anonim şirketlerin avukat işe alma yükümlülüğü. Bu yükümlülük şirketleri sıkıştırmaktadır. İsteyen şirketler zaten gerekli istihdamı yapar, ancak hükümetin hem bunu zorunlu tutması hem de asgari tarifelerle ücret belirlemesi serbest piyasa ekonomisi prensiplerine ters düşer.

Şirketlere böylesine mağdur olmasına sebep olan, onları kaçak yollar aramasına iten ve masraflarını yükselten bu sorunları çözmek için mevzuata bir göz atılmalıdır.

40 yıl önce 1970’lerde imalat sanayi üretimi piyasa payları sırasıyla şöyledir: ABD %30, Japonya %18, Almanya %7, Çin %4 ve Türkiye %0,5. Zamanı ileri saralım ve bu rakamların 2011’de nasıl olduğuna bakalım: ABD %17, Japonya %10, Almanya %7 ve Türkiye %1,1. Bu sürede genel olarak ülkelerin küresel çapta payları düşerken Türkiye’nin küresel payı iki katına çıkmıştır. Türkiye sıkı çalışırsa 2023 hedeflerine ulaşabilir ancak hala çözülmesi gereken bazı sorunlar bulunmaktadır.

Leave a Reply