İster gelişmekte olan ülkelerde olsun ister gelişmiş ülkelerde, yoksulluk hala dünyanın en büyük sorunlarından biri olmaya devam ediyor. Belki de bu soruna alternatif sayılabilecek bir çözüm getirdiği için, modern anlamda ilk ortaya çıktığında mikrokredi kavramına çok fazla umut bağlanmıştı. Peki nedir bu mikrokredi dedikleri?
Mikrokredi, sağlam bir mesleği veya işi olmayan yoksul insanlara küçük çaplı borçlar vererek yoksulların kendi küçük işletmelerine ve istikrarlı bir gelire sahip olmalarını amaçlayan bir sistemdir. Fikir gelir düzeyinde yalnızca tabandan gelen bir iyileşmeyi değil, aynı zamanda kadınların iş hayatında aktifleşmesini de amaçlar. Çünkü verilmesi öngörülen borç miktarı ancak pazarcılık, el işi ürünleri satma ve benzeri gibi girişimlere sermaye olabilecek ölçüde düşük meblağlardadır.
Her ne kadar mikrokredi hareketi yani ufak meblağlarda borç verme fikri ABD’li bir hukuk kuramcısı olan emek hareketi destekleyicisi Lysander Spooner tarafından dillendirilmiş veya İrlandalı Jonathan Swift tarafından “İrlanda Borç Ödenekleri” şeklinde hayata geçirilmiş olsa bile, modern anlamda mikrokredi sisteminin babası Bangladeşli ekonomist Muhammed Yunus olarak bilinir. Kendisi aynı zamanda temelleri 1976 yılında atılan Grameen Bankası’nın kurucusudur. Grameen Bankası Mohammad Yunus’un mikrokredi ile ilgili teorisini gerçeğe dökmek adına altın fırsatı olmuştur. 2006 yılında Mohammad Yunus bu uygulamasıyla Nobel Barış ödülüne layık görülmüş olsa da günümüzde mikro kredinin uzun vadede yoksulluğun azalmasına ne derecede katkı sağladığı konusunda iktisatçılar arasında derin uçurumlar var.
Yunus’un fikrinin yıllarca dayatıldığı ölçüde cennetten çıkma bir fikir olmadığını düşünen tarafın en büyük isimlerinden Stella Dawson ve Milford Bateman, mikrokredinin neden çözüm olmadığına yönelik yaklaşık 20 yıllık rüyanın kâbus kısmını gösteren kanıtlar veriyorlar. Bu kanıtlardan en önemlilerinden biri rekabetçi bir ekonomide mikro ölçekteki işletmelerin ne derece ayakta kalabildiğini tartışıyor. Örneğin Türkiye’de bugün bir bakkalın ne çeşitlilik bakımında bir süpermarketle yarışabilir niteliğe sahip olduğu savunulabilir ne de sermaye büyüklüğü bakımından. Dolayısıyla liberal bir ekonomi sınırları içinde fakirliğe çözüm getirmeyi amaçlayan mikrokredi sistemi, rekabetçi pazar olgusunu es geçmiş görünüyor. Zira bugün dünya pazarı tamamıyla liberal olamadığı için Türkiye’nin Rekabet Kurumu gibi dünyanın diğer ülkelerinde de rekabeti denetleyen milli kurumlar tekelleşmeyi engelleseler de, yasa dışı ufak işleri teşvik eden mikrokredi sistemi bu kapsamda iyi halden yararlanamıyor ne yazık ki. Çünkü unutulmamalı ki mikrokredinin ölçeği ciddi anlamda küçük ve yasal anlamda bir işletme açabilecek ölçüde borçlar kesinlikle verilemiyor.
Mikrokredi madalyonunun daha az parlak yüzünü gösteren bir diğer zayıf noktası da arz-talep mantığına gerçekçi yaklaşmış olmaması, diyor mikrokredi eleştiricileri. Az gelişmiş ülkelerin asıl problemi basit malların arzına dair bir problem değil, aksine bu malların alım gücünün azlığı sebebiyle talep edilmemesine dair bir sorun. Kısacası kendisine güzel boncuklar alıp bilezik yapmaya başlayan hanım teyzenin sorunu büyük ihtimalle hiçbir zaman böyle bir işe başlamayı düşünememesi de Grameen Bank gibi bir bankanın varlığını beklemesi olmadı, bunu en kötü ihtimalle borç alarak dahi akıl edebilirdi. Lakin bilezik yapan hanım teyzenin ürünlerine talep nereden gelecek? Kendisi gibi yoksul kesimden insanlardan gelmeyeceği çok açık. Takılarını kuyumcudan almayı tercih eden insanların da boncuk bilezik almayacağını varsayarsak, bilezik yapan hanım teyzenin elinde bileziklerle ve mikrokredi borcuyla kalacağını varsaymak karamsarlıktan ziyade gerçekçi olur gibi görünüyor.
Öte yandan, ne yazık ki bu mikrokredilerin doğru yerlerde doğru amaçlarla kullanılıp kullanılmadığı da günümüz verileriyle bir şaibe olarak akıllarda yer etmeye başladı çünkü bunu denetleyen çok sıkı bir mekanizma hiçbir zaman olmadı. Olsa da bu mikrokredi almaya ihtiyaç duyacak ölçüde fakir insanlara uygulandığında sistemin kendi amacıyla çelişirdi.
Kendi açımdan, eskiden son derece iyi niyetli bir girişim olarak gördüğüm mikro kredinin en olumsuz yanı ise kadınları ‘kadınsal’ sınırlar içinde ekonomiye katması. El işi yapan, örgü ören, boncuk dizen kadınlar bana hiç de kadının ekonomik bağlamda özgürleşmesi gibi kavramlar çağrıştırmıyor. Aksine kadını mikrokredilerle de güzel bir hayata sahip olabileceği yanılsamasına inandırarak belki de eğitim bursu almak için canla başla çalışmasını engelliyor.
Sonuç olarak zannımca, son derece naif umutlarla başlatıldığına inandığım bu fikir kapitalist sistemin yan etkilerini gidermekte başarısızlığa mahkum bir başka öneri olarak tarih sayfasında yerini alıyor.
Kaynakça
http://www.reuters.com/article/2015/02/27/aid-microcredit-idUSL1N0W01YK20150227#WJLblqUFpeVfviJM.97
https://www.jacobinmag.com/2015/11/microcredit-muhammad-yunus-bono-clinton-foundation-global-poverty-entrepreneurial-charity/