Kendi Semasında Tek Yıldız
Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi.
Modern historiyografinin, sosyolojinin ve iktisadın öncülerinden kabul edilen 14.yy ‘ın büyük düşünürü. Kuzey Afrika’ da İbn Haldun adı sıradan insanlara bile tüm bir görkemini yansıtır. Ama Arap ülkeleri dışında kültürlü kişilerin çoğu ve çağımızın önemli sorunlarıyla ilgilenenlerin bir bölümü bu saygın adı bilmiyor. Onu ancak Mağrip ( Kuzeybatı Afrika bölgesi) tarihini ya da tarih biliminin evrimini inceleyen uzmanlar biliyor. Oysa İbn Haldun’un yapıtını tanıma olasılığı bulmuş tarihçi ve filozoflar övgülerini esirgememişlerdir.
İbni Haldun İslam dünyasının bir eşini daha çıkaramadığı en büyük filozof ve tarihçisidir, yaşamış tüm filozof ve tarihçilerin de en büyüklerin birisidir.
(P.K. Hitti, Recits de l’Historie des Arabes)
İbn Haldun bir nefeste pek çok fikrin ifadecisidir. Terkibinde pek çok konu ve ilim bulunmaktadır. Soylu bir ailenin de çocuğu olmasının faydası olarak gençlik yıllarında önemli hocalardan fıkıh, hadis, iktisat, tefsir, akaid, mantık, felsefe, dil bilimleri ve edebiyat dersleri almıştır. Hayatı ayrıntılar göz önüne alınmazsa 2 ana bölümde incelenebilir ve bu iki bölüm kalın çizgilerle birbirinden ayrılır. 45 yaşında İbn Selame kalesine yerleşene dek siyasi ve idari karışıklıklar içerisinde geçen ve “menfaatine olan her vesileden faydalanmasını bilen” bugünkü açıdan bakıldığında adeta makyavelist bir tutum sergileyen İbn Haldun, hayatının ikinci safhasında ise “siyasi entrikalardan uzak huzurlu ve istikrarlı bir hayat yaşama imkanına kavuşmasıyla” birlikte kendini ilme vermiştir.
Siyasi ve idari işlerle uğraştığı hayatının ilk safhasında, çağının duraklamaya ve gerilemeye başlayan İslam medeniyetlerinde siyasi ve idari işlerle uğraşmıştır.Yaşamı boyunca Tunus, Fas, Gırnata, Biskra gibi merkezlerde sır katipliği, vezirlik, sadrazamlık,kadılık,müderrislik gibi önemli görevlerde bulunmuştur.43 yaşına dek süre siyasi hayatında daima galiplerden yana tavır koyarak siyasi hayatında hızlıca yükselmiştir.
İbni Haldun, 1378 yılında Cezayir’de bir küçük kente çekilerek, ünlü yapıtı Kitab ül İbar’ ı yazabilmek için gerekli belge ve öğeleri derlemeye ve sınıflandırmaya başlamıştır. Bu kitaba bir başlangıç niteliğinde olduğu için kendisi tarafından Mukaddime(önsöz) olarak adlandırmıştır. İbn Haldun mukaddime ‘sinde, tarih ilminin yol göstericiliği altında sosyal, siyasal ve ekonomik yapıları ampirik bir yöntemle inceleyerek bir takım sonuçlar elde etmeye çalışmıştır.
Mukaddime
İbn Haldun’u kendisinden önceki düşünürlerden ayıran en önemli fark; tarihi olayların abartılı olarak kuru bir biçimde hikaye edilmesine karşı çıkarak, tarihi olayların incelenmesinden çıkarılacak olan sonuçların diğer sosyal bilimler için birer veri oluşturması gerekliliği üzerinde durmasıdır ki bu tarih bilimi açısından yeni bir çığır açmıştır. Ona göre; tarih ilminin konusu sosyal olaylardır. Bunun için tarihçi, sosyal olayları tarihi seyir içerisinde inceleyip bir takım sonuçlar çıkarmak durumundadır. Bu görüşleriyle İbn Haldun, ilk olarak, tarihçiliğe gerçek anlamda bir bilim olma özeliğini kazandırmıştır. İbn Haldun’un en önemli eseri diyebileceğimiz Mukaddime’ si de bir tarih felsefesi kitabı olmasının yanı sıra iktisat sosyoloji, siyaset gibi birçok sosyal bilim için temel teşkil eden görüşler barındırmaktadır. Bu büyük düşünürü yorumlayabilmek ve çağının çok ötesindeki görüşlerini idrak edebilmek için bu eser çok önemlidir.
İbn Haldun’un Tarih Anlayışı
İbn Haldun’un esas çalışma alanı insan toplumunun gelişimi ve tarihtir. Bu tarih, devletlerin gelişimini ve çöküşünü, medeniyetlerin kuruluşunu ve yıkılışını ele alır ve açıklamaya çalışır. Bu toplum ve tarih kavrama çabasında İbn Haldun’un bıraktığı miras önemlidir. Batı kalıplarının dışında farklı bir bilimselliğin kurulması, farklı bir maddeci bakış açısının oluşturulması söz konusudur. İbn Haldun’un yaşadığı çağda Batı sömürgeciliğinin hegemonyası daha ortaya çıkmadığı için, Doğu açısından herhangi bir ideolojik sakatlanma da yoktur. Dolayısıyla İbn Haldun’un fikirleri Doğu toplumunun kendi varlığı içerisinde doğal olarak gelişmiştir. Bu doğallık Batının yönlendirmelerinden ve kalıplarından uzak kalmış bir bilimsel temelin varlığını ortaya koymaktadır. Doğaldır ki, İbn Haldun’u bilimsel bir yöntem oluşturma çabasına iten, yine kendi yaşadığı dönemin gerçekliğidir.
İslamın doğuşunun ertesinde Arap egemenliği, önce Mağrip’e ardından da İspanya’ya kadar yayılmış durumdaydı. Emevilerin ve Abbasilerin döneminden sonra bölgede Murabıtlar, Muvahhidler, Hafsiler gibi bir çok hanedan hakim olmuştu. Hanedanlar değişse de istikrarlı bir yapı korunabiliyordu. İbn Haldun’un yaşadığı dönem ise Mağrip’te büyük bir bunalımın baş gösterdiği dönem olmuştur.İbn Haldun’un fikirlerinin gelişiminde esas tetikleyici etken,bu bunalımı gözlemleme ve açıklama çabasının ürünü olmuştur.
İbn Haldun’un çabası da nesnel bir tarihçilik yapabilme çabasıydı.Bir felsefeci edasıyla tarihi olayların doğuşuna ve gelişmesine tesir eden nedenleri tespit etmiştir. İbn Haldun kendisinden önce kimsenin yapmadığı şekilde tarihin görünen yüzündense(zahir) , iç yüzü(batın) ile ilgilenmiştir. Hadiseler arasında sebep-sonuç ilişkisi kurarak olayların kopuk bir biçimde anlatılmamasına önem vermiştir. Ona göre tarihin en önemli faydası geçmişte yaşanan olaylar doğrultusunda içinde yaşanılan zamanı yönlendirmekti. ”Suyun suya benzediğinden daha çok geçmiş geleceğe benzer” diyerek halihazırda ortaya çıkan hiçbir olayın hiçbir şekilde bağlı olduğu maziden ayrılamayacağını yıllar öncesinden öngörmüştür.
Çok Yönlü Bir Bilgi Kaynağı Olarak İbn Haldun
Toplum : İslam düşüncesinin son büyük temsilcilerinden birisi kabul edilen İbn Haldun’a göre toplumlarda tıpkı organizmalar gibi doğar, büyür ve ölürler ama toplumlara şekil veren öğe, coğrafi ve ekonomik koşullardır. İbn Haldun insanların birlikte yaşamak zorunda olduklarından dolayı toplum kurduklarını ve toplum hayatının temelinde ortaklaşa üretim ve emeğin bulunduğunu savunur. Kısacası toplumların insanların ekonomik ihtiyaçlarını karşılama ve doğal tehlikelere karşı koyma hususunda yardımlaşmalarından doğduğunu ileri sürmüştür.
Devlet: İbni Haldun, devletin meydana gelişini bir bakıma idare edenlerle idare edilenler farklılaşması olarak izah etmektedir. Devletler, göçebe toplulukların zamanla gelişerek, zenginleşerek yerleşik hayata yönelmeleri ve kendi başlarına siyasi bir teşkilat kurmaları sonucu oluşur. “Asabiyye” bağı kuvvetli, cesur ve savaşçı göçebe cemiyetlerin zengin ve gevşemiş yerleşik cemiyetleri yenip, onların yerlerine geçmeleri sonucu ortaya çıkmaktadır.
İbn Haldun’un üzerinde en çok durduğu ve devlet görüşünün temelini oluşturan kavram asabiyettir. Bu kavram İbn Haldun’a özgü olup, başka bir düşünürde bu kavrama rastlanmamaktadır. Asabiyet akraba ve soy anlamına gelmekle birlikte İbn Haldun’un asabiyet bağı sadece soy, akrabalık değildir. İki çeşit asabiyet olduğunu savunur: birincisi nesep yani aynı kökten gelme asabiyetidir diğeri ise sebep asabiyetidir. Toplumu bir arada tutan bir sebep vardır ve insanlar bu sebebin etrafında birleşirler. Buna güzel bir örnek olarak Haçlı seferlerini gösterebiliriz. Aralarında hiçbir kan bağı bulunmayan Avrupalı milletler Kudüs’ü kurtarmak için doğudaki Müslümanlara karşı Haçlı birliğini oluşturmuşlardır. Buradaki sebep asabiyetini sağlayan temel kavram da dindir.
İbn Haldun devletlerin ve sistemlerin de insanlar gibi bir ömürleri olduğu ve bu ömrü belli aşamalara ayırmasıyla çağının çok ötesinde düşünen bir Doğu düşünürü olduğunu ispatlamıştır. Ona göre devlet de doğar, büyür, gelişir ve yıkılır ve yerine başka devletler kurulur. Toplumlar için gelişme devresini tamamlamak ve yeniden başlamak zorunluluktur. Onlar hiçbir zaman sürekli gelişme gösteremezler. Her toplum aynı gelişmeyi yaşamak zorundadır. İbni Haldun, “tarihi kadercilik” anlayışı getirmiştir. Düşünüre göre ferdi organizma ile devlet organizasyonu benzer değil aynıdır.
Kıymetli yazar Cemil Meriç’in “Orta Çağ’ın karanlık gecesinde muhteşem ve münzevi bir yıldız” olarak nitelendirdiği İbn Haldun çağdaş düşünceyi doğuda başlatmıştır.İbn Haldun’un 14.yy da yazmış olduğu şehirlerin kuruluşu ile ilgili görüşleri okunduğunda sanki 21.yy modern sosyologlarından birisinin eseri okunuyor hissi vardır.İbn Haldun’un “Bir devlet, egemenlik kurulurken de,devlet ve egemenliği ayakta tutma, güçlü kılma çabaları gösterilirken de temel amaç,ekonomiktir sözü modern zamanın büyük dehalarından kabul edilen Marx’ın “dinsel etik, estetik , siyaseti dil ve entelektüel gerçekler sadece ekonomik nedenlerin ürünleri olabilir” düşüncesiyle örtüşmektedir. Marx’ın ekonomik görüşleri kadar, İbn Haldun’la bir başka ortak noktası da değişim konusundadır. Marx’ın her şey değişir ilkesi, İbn Haldun’da bütün varlıklar bozulmaya ve yok olmaya mahkûmdurlar, şeklinde yer bulur.
Ayrıca İbn Haldun Mukaddime adlı eserinde iklimlerin ve beslenmenin insan tabiatına olan etkilerinden, dönemin ana mesleklerinden geçim araçlarından ve daha birçok faaliyetten bahsetmiştir. Bunlardan bahsederken döneminin şartlarını ve geçmişten gelen bilgileri çok iyi yorumlayarak çıkarımlarda bulunmuş ve bu çıkarımlar tamamıyla olmasa bile günümüzde dahi kabul görmektedir. İbn Haldun bana göre Orta çağın ruhu ve yapının etkin dinamikleri hakkında bitmez tükenmez bir teori ve pratik kaynağıdır. İbn Haldun’un düşünceleri çağının Avrupasından yüzyıllarca ilerisinde olmasına rağmen sahipsiz kalmış bir değer niteliğinde günümüz toplumunda ismi çok duyulmamış kıymetli bir şahsiyettir.
Kaynakça
Yves Lacoste İBNİ HALDUN : Üçüncü Dünyanın Geçmişi
Haldunname – Altan Çetin
İbn_i Haldun üzerine çalışmalar – Süleyman Uludağ
Cemil Meriç, Işık Doğudan Gelir
SenaYuzgec
Gerçekten bilmediğim kelimelerle karşılaşmamı, hayatımda duyduğum bir cümlenin kime ait olduğunu öğrenmemi sağladınız, okuması akan nehiri izlemek gibi olmuş elinize sağlık.
Alper Yılmaz
Tarihi sosyoloji ve tarihi felsefe, tarihi işlevsel anlama sokan iki alan ve ibni Haldun bu iki alanın da kurucusu olmuş bir insan. İbn haldunun tasavvur dünyasını çok güzel özetlemişsiniz. Daha derin araştırmalara girizgah olmuştur ümidiyle…