Dilimize Osmanlıca’dan geçmiş olan “Kerr” kelimesini büyük ihtimalle çoğumuz belki de şimdiye kadar duymamıştır. Kerr, Türkçe’de “tekrar etmek” anlamına gelmektedir. Diğer taraftan ise adını bir sanat filmine verebilmeyi başarmış, kısacık ama üzerinde bir o kadar anlamlı ve uzun hikayeler yazılabilecek bir kelime.

“Kerr” filmini izlemem Ankara Gezici Film Festivali sayesinde oldu. Okuldan çıkmış, yorgunluktan tükenmiş bir şekilde kırmızı sinema koltuklarında yerimi almıştım. Filmde kesin uyuyacağımı düşünürken, “Kerr” bir şekilde kafamın içini düşüncelerle doldurup 2 saat boyunca beni ekrana kitlemeyi başardı.

Filmde en çok sevdiğim özellik aslında tam olarak insanımızı, bizi ve koca ülkenin durumunu, asla ama asla politikaya, siyasete girmeden, acıklı sahneler ya da tarihten olaylar göstermeden, tamamen sanatsal çekimlerle anlatabilmesi oldu. Türkiye’de ve dünyanın çoğu yerinde üç maymunu oynamak artık insanlar için yemek yemek kadar normal bir hal aldı. Farkındaysanız hepimiz etrafımızda olup biten her şeyin farkındayız ve sürekli bir şeylerden şikayetçiyiz. Dur durak bilmeyen tecavüz haberleri, kadın cinayetleri, aklanan paralar, yüksek vergiler, yoksulla zengin arasındaki dev uçurum, açlık, gelecek kaygısı ve daha nice şeylerle büyüyoruz, yaşlanıyoruz. Hepimiz de bu durumdan şikayetçiyiz ama bir o kadar da sessiziz.
“Kerr”, tam olarak bu şikayet edip icraata eksik kalmak durumunu anlatıyor işte. Ana karakterimiz Can, babasının cenazesi üzerine doğduğu kasabaya gelir ve gelişiyle bir cinayete tanık olur. Kendisinin ifadesi alındıktan sonra kasabadan ayrılmasına zabıtalar tarafından izin verilmez. Bu sırada aynı zamanda kasabanın yerlileri olan babasının eski arkadaşlarıyla yavaş yavaş tanımma fırsatı yakalar. Bu da yetmezmiş gibi kasabada kuduz köpekler ortaya çıkar ve tüm kasabada karantina ilan edilir. Cinayet haberi ise belli bir süre sonra tüm kasabaya yayılır ama ne polisler ne de halk pek ciddiye almaz. Onlar için köpekler çok daha büyük bir problemdir. Bir katille birlikte yaşamak evet kötüdür ama kuduz köpekler çok daha korkulacak şeylerdir. Can, yavaş yavaş delirdiğini düşünmeye başlar çünkü daha bir gün önce işlenen cinayet üzerine konuştuğu amcalar ertesi sabah böyle bir şeyden haberleri olmadıklarını söylerler ve köpekler hakkında konuşmaya devam ederler. Üstüne kasabanın dayıları Can’ı yanlarına davet edip, küçücük bir kasabada sıkışık kalmamışçasına dünyayı kurtarırcasına ciddi bir ifadeyle sigara çay eşiliğinde kumar oynamaya başlarlar.

Anlayacağınız, Can herkesin asıl önemli olan olayları duymamazlıktan geldiği, şikayetlerin bol olup yapıcı çözümlerin üretilmediği, çıkışı olmayan bir kasabada, değişik insanlarla birlikte kapana kısılmıştır. Aslında tam olarak bizler de bu kasabanın koca bir ülke versiyonunda yaşıyor ve sesizimiz çıkarmıyoruz ya da daha az gündem olması gereken olaylara dikkatimizi veriyoruz. Herkes durmadan ekonomiden, açlıktan, katillerin ve tecavüzcülere yeterli cezanın uygulanmamasından, hayvan haklarından, çevre temizliğinden şikayet edip duruyor. Ama sonuca baktığımıza şikayet edenlerden çok azı icraata geçiyor ve gerçekten az da olsa bir değişime sebebiyet verebiliyor. Geri kalanlar olarak ise 3 maymunu oynamaya devam ediyoruz. Yüzdüğümüz nehirin kirliliğini görmüyor, içinde çırpınmaya devam ediyoruz.

Leave a Reply