Tarihi çağların başlangıcı olarak kabul edilen yazı; MÖ 3500 yıllarında mağaralardan bugün, bilgisayar ekranlarına kadar ulaştı. İnsanların yazmaya beş bin yıl kadar bir zaman önce başlamalarına rağmen nasıl her yıl binlerce kitap yayımlanabiliyor? Yazılabilecek her hikâye yazılmadı mı, söylenebilecek her söz söylenmedi mi? Basılan milyonlarca eserden sonra hala edebiyata eklenecek bir şeyler var mı? Bu soru, bizi yazı yazmanın kaynağına yönlendiriyor. Niye yazıyoruz? Yeni bir şey söylemek için mi yoksa kendimizi ifade etmek için mi?
En önemli Türk yazarlardan biri olan Ayşe Kulin’e göre yazmak dinlenmeye, rahatlamaya işaret ediyor. Kitapları milyonlarca kişiye ulaşan Donna Tartt, yazmayı okumanın bir adım ilerisi olarak gördüğünü belirtirken “Normal İnsanlar” romanının yazarı Sally Rooney, yazmayı bir görev olarak görüyor. Bu isimler daha önce anlatılmamış bir hikâyeyi anlattıkları için mi hayatımızda yoksa hikayeleri anlatan kişiler onlar oldukları için mi?
Sally Rooney’yi yirmi birinci yüzyılın en bilinen yazarlarından birine dönüştüren romanı “Normal İnsanlar”, aralarındaki iletişim bozuklukları nedeniyle sorunlar yaşayan bir çift hakkında. Sally Rooney, aşk veya iletişim sorunları hakkında yazan ilk yazar değil. O zaman neden başka bir yazarı değil de onun romanlarını okuyoruz? Okuyucudan gelen bu ilginin sebebi kelimelerin o yazarın kaleminden çıkması. Roman yazarının seçtiği kelimeler, yarattığı karakterler, o romana ilgi göstermemiz için yol gösterici oluyor. Daha önce defalarca kez aşk hikayeleri yazılmış olsa da her yeni insan aşk hakkında yazdığında konuya yeni bir soluk, yeni bir yorum gelmiş oluyor. Aşina olduğumuz temaları ve konuları yüzlerce yıl sonra yazmaya ve okumaya devam etmemizin sebebi de bu.
Düşünceleri kâğıda dökme arzusunun başka bir sebebiyse kendini ifade etme isteğidir. İfade etmek istedikleri daha önce ifade edilmiş olsa da insan, yine de kendi yazımıyla yenilemek ister bu düşünceleri. Belli konularla ilgili fikirlerini belirtmek isteyen insan pekâlâ da etrafındakilerle konuşarak paylaşabilir bunları. Fakat bu şekilde yalnızca etrafındaki insan kadar kişiye ulaşır. Yeni bir hikâye anlatılmak istenmese de “Ben böyle düşünüyorum ve insanların da bilmesini istiyorum.” diyerek fikirlerini paylaşmak isteyen insanın başvuracağı ilk aktivite yazı yazmaktır.
Bazı zamanlar birilerinin okumayacağının bilincinde olarak yazarız. İçimizdeki düşünceler artınca ve birbirine dolaşmaya başlayınca bu düğümleri çözmenin yolu, düşünceleri yazıya dökmektir. Yazınca her dert daha basit, daha küçük gelir insanın gözüne. Kafamızda büyüyen, tonlarca ağırlığa ulaşan düşünceler bir avuç kelimedir artık. İnsan bir avuç kelimeden korkar mı? Kelimenin taşıdığı anlamlar farklı tabii. Fakat gözümüzü korkutan şeyler bir silgiyle silinebilecek kelimlerdir kâğıt üstünde.
Bazen bir şeyler söylemek için bazen de söyleyemediğimiz için yazarız. Her yazarın yazmaya bakış açısı farklı olsa da hepsinin kendi sebepleri vardır. İyi ki de bu sebepleri vardır ki biz de okumaya devam ederiz. İnsan; eli kalem tutabildikçe, laptopunun klavyesini tuşlarına basabildikçe yazmaya, okuyucu da aşina olduğu konuların yeni bir yorumunu okumaya devam edecektir.