Bir süredir sinemaya dair ne kadar platform varsa çoğunda karşılaşmış olabileceğiniz, sansasyonel bir film Bir Düşüşün Anatomisi. Ne kadar sevildiyse bir o kadar da beğenilmemiş bir film aynı zamanda bu nedenle ben de hakkında iki kelâm etmek istiyorum.
76. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanmış, başrolünde Sandra Hüller’in oynadığı, Justine Triet’in yönetmenliğini yaptığı filmin hikâyesi şöyledir: Alman bir yazar olan Sandra, eşi Samuel ve geçmişte geçirdikleri bir trafik kazası nedeniyle görme yetisini kaybetmiş çocukları 11 yaşındaki Daniel Fransa Alplerinde, bir dağ evinde yaşamaktadırlar. Evleri etrafta kimsenin yaşamadığı bir tepededir ve mekân şaşırtıcı olmayan şekilde karla kaplıdır. Bir gün Samuel, evin çatı katında çalışırken pencereden veya balkondan düşerek ölür. Bu esnada Daniel, köpeği ile yürüyüşe çıkmış ve Sandra ise kendi iddiasına göre Samuel’in gürültülü müziğine maruz kalmamak için kulaklarına tıkaç takmış, şekerleme yapmaktadır. Yürüyüşten döndüğünde Daniel ve köpeğin cesedi fark etmesi üzerine olaylar gelişir ve bunun bir cinayet mi yoksa intihar mı olduğu araştırılır. Bütün okların Sandra’ya işaret ettiği böylesi bir ölümde, Sandra cinayet suçlamasıyla yargılanır. İşte film bize yargılama esnasında Sandra ve Daniel’ın hem kendileri hem de birbirleriyle olan çatışmalarını, süreç boyunca dışarıdan gelen baskı ve karalamaları ve en önemlisi evli bir çiftin arasındaki, modern insan bunalımıyla zedelenmiş ilişkiyi sunar.
Hikâye, ilm boyunca iddiaları ve savunmaları dinleyerek, deliller sunar gibi yaparak seyirciyi bir karara vardırmaya çalışıyor ve bu esnada Daniel’ın da karar aşamalarını ve hatta Sandra’nın avukatının da Sandra’ya olan güvenini sorgulama aşamalarını teker teker gözler önüne seriyor. Böyle gergin bir sorumluluğun altındayken hayata karşı şahsi tutumları çatışan iki eşin tartışmalarına ve her birinin çocuklarına karşı davranışlarına da maruz kalınıyor. Bu kadar çatışmanın olduğu bir durumda insanlar, insan olmaları gereği, akıldan önce kalp ile düşünerek bir yargıya varmaya meyilli olduklarından aslında muhtemel bir katilin bir o kadar da muhtemel bir masum olduğu fikri ile bu bilmecenin içinden çıkmak istiyorlar. Fakat hayatın en sürprizli kısmı olan ne siyah ne beyaz ama gri olan o özelliği bir duvar gibi seyircinin karşısına çıkıyor. Öyle ki laflar bir sonuca hükmetmeye sebep olmak üzereyken tek bir mimik bile işi tam tersine çevirebiliyor. Nitekim seyirci kendi hükmettiğiyle filmi izliyor ve bitiriyor.
Takdir edersiniz ki böyle bir hikâyenin anlatımında kullanılan her müzik filmi rezil de edebilir vezir de edebilir. Fakat benim filme dair en çok beğendiğim kısım müzikler oldu, bence vezir ettiler. Samuel’in daha filmin başından itibaren gümbür gümbür evin içinde çalan yeni projesi de Daniel’in piyanoda çaldığı müzik de hikâyenin sunduğu gerilimi belki de ona katlaması sebebiyle öne çıkan bir unsur oldu müzik benim için. İnsana eli kolu bağlanmış gibi hissettiren ve tekrarlar ile sinirleri bir hayli bozan bu sesler bir anlamda karakterlerin de söylemek isteyip söyleyemedikleriydi sanki.
Onun haricinde filmin beni etkilediği söylenemez. Bana kalırsa çatışmalar yeteri kadar güçlü bir şekilde yansıtılamamış ve Daniel filmden çekilip çıkarıldığında izlenmeye bile değmez hâle gelebilecek bir hikâye olmuş. Filmdeki ikilemlerle yüzleşmelerin de amaçlarına ulaştığı söylenemez hele ki seyircinin büyük kısmı aynı şekilde bir yargıya varmışken. Hukukî gerilim boyutu açısından da insanların günlük hayatlarında bundan çok çok daha büyük ve problematik labirentlere düştüğü söylenebilir, her ölüm bir kıyametken özellikle. Filmin iddiası belki bu denli büyük olmasa gayet tatmin edici hissetirebilirdi belki de. Gerçi iddiayı bu denli arşa çıkaranın da aslında seyirciler olduğunu belirtmemek haksızlık olabilir.
Ben filmi açarken Altın Palmiye kazandığı bilinciyle sıradan bir polisiye filmi beklememiştim fakat bu kadar yalın bir anlatımla hareketlerden çok durumların öne çıktığı bir film olacağını da düşünmüyordum. Ben sevemeyenlerden oldum, “Bu muydu?” diyerek kapattım filmi. Belki de henüz Bir Düşüşün Anatomisi’ni izlemeye ehil olmadığımdandır.
Kaynakça:
https://www.newyorker.com/magazine/the-current-cinema/10/16/anatomy-of-a-fall-movie-review