Birkaç gün önce Meral Akşener’in Bilkent’e gelmesiyle gerçekleşen bir söyleşiye katıldım. 20 Aralık 2021’de Bilkent Üniversitesi içinde bulunan MSSF binasında gerçekleşen söyleşi yaklaşık 2 saat sürdü. Söyleşiden ilk haberim olduğunda formatın herkesin soru sorabileceği bir şekilde gerçekleşeceğini varsaymış olduğumdan asıl formatı öğrenince biraz şaşırmıştım; söyleşi formatı Bilkent öğrencilerinin sorularını bir Google formu üzerinden ADT kulübüne iletmesi ve bu sorulardan gözden geçirilip ayıklandıktan sonra seçilenlerinin Akşener’e söyleşiyi gerçekleştiren bir kulüp üyesi tarafından sorulması şeklinde gerçekleşti.
Akşener soruları cevapladıktan sonra organizatörler tarafından söyleşinin bitişinin gerçekleşmesi öngörülmüştü, ancak söyleşinin son dakikaları planlara göre gitmedi. Akşener’e yöneltilmesi planlanan son soru sorulurken beklenmedik bir olay yaşandı. Dinleyicilerin arasından bir ses kendini sahneye kadar duyurdu ve sorusunu sormak istediğini belirtti. Akşener’in bu soruyu kabul etmesi üzerine iki farklı öğrenci daha yüksek sesle sorularını dile getirdiler ve kısa süreliğine de olsa söyleşinin formatı değişmiş oldu. Son soru ise tam bir soru değil de bir öğrencinin ülkenin içinde bulunduğu duruma dair hissettiği yorgunluk ve umutsuzluğu dışa vurmasıydı.
Bu olaya tanık olurken bunun bana neyi hatırlattığını biraz düşündükten sonra buldum: sokak röportajları. Sokak röportajları denince aklımıza genellikle komedi bağlamında karşımıza çıkan videolar kesitleri geliyor elbette, ancak son zamanlarda bu röportajlar karmakarışık siyasi ve ekonomik iklimimizi yansıtan iyi bir gözlem alanı haline bürünmüş durumdalar. Sokak röportajları klipleri sosyal medyalarda dolaşıyor, bazen orada söylenen bir laf veya gerçekleşen bir olay komedi değeri veya absürtlüğü üzerinden ünleniyor. “Telefonunu çıkar” gibi laflar içinde bulunduğumuz ekonomik ve siyasi durumda o kadar absürt duyuluyor ki artık bir espriye dönüştü. Ancak sokak röportajlarının komik yanlarını takdir ederken acınası bir gerçeği yansıtan yanlarını göz ardı etmemek lazım.
Halkın kamera gördüğünde derdini anlatmaya başlaması büyük çaplı sistemik bir çaresizlik içinde olduğumuzu yansıtıyor. Genellikle hükümete yöneltilmiş ve birbirine benzer hikayelerin ülkenin her köşesindeki insandan geldiğini duyuyoruz. Son zamanların sokak röportajlarında en sık görülen olay ise sesini duyurmayı çaresizce isteyen bir vatandaşın kendini kamera veya mikrofonun önüne atması; kısıtlı zamanını olabildiğince kullanarak, binlerce farklı duygu taşıyan sesini birilerine ulaştırma umuduyla konuşması.
Fakirlikten bahseden çocuklar, işsizliklerinin getirdiği çaresizliği anlatan gençler, ülkenin onları yorduğunu hem bakışları hem sözleriyle anlatan yetişkinlerle dolu bu aralar sokak röportajları. Hakaret davalarının, sivil vatandaşlara siyasi nedenlerle açılan soruşturmaların bu kadar fazla olduğu bir ülkede kamera görünce kendini öne koyarak riske atmayı göze alma pahasına şikayetlerini dile getiren insanların çokluğu bu toplumun çaresizliği hakkında çok şey anlatıyor.
Konuların içeriğinin yanında çoğu sokak röportajında bulunan bir başka ortak nokta ise öfke. Bu öfke bazen hükümete yöneltilmiş oluyor, bazen muhalefete, bazen de etraftaki diğer insanlara. Mikrofonun doğrultulduğu kişinin söyledikleriyle etrafta toplanan küçük bir kalabalıktan birilerinden tepki çekmesi alışageldik bir durum. Bu da halkın tansiyonunu gözler önüne seriyor, ülkece yaşamakta olduğumuz tahammülsüzlüğü gösteriyor.
Bu tarz röportajlarda insanların kendilerini ifade etmek için yaşadıkları aciliyeti ve tekrarlanan zorlukların getirdiği sabır taşmasını belki de en iyi yansıtan olay bu ayın başında bir gencin artık klişeleşen “telefonunu göster” talebini yapan bir adamın ağzına telefonunu sokmaya çalışması olabilir. Bu mantığa sığmayan olay ülke halkının mental durumunu aşağı yukarı özetliyor diye düşünüyorum.
Bilkent öğrencilerinin soru süresi bitmesine rağmen kendi sorularını sorma ve seslerini duyurma istekleri üniversitemizden daha büyük bir toplumsal gerçeği yansıtmakta. Siyasetin içinden bir figürün onları dinlediği ortamlarda insanların söylemek istedikleri çok şey var. Türkiye şartlarını yansıtmak bağlamında seslerinin duyulması birçok insan için kişisel değer teşkil eden, hatta ölüm kalım meselesi olan bir durum. Bu noktada sorulması gereken soru ise şu; gözlemlediğimiz bu öfke nereye gidecek? Halk hangi yöntemle içinde birikmişleri, ifade etmek istediklerini dışa vuracak? Sokaklarda yükseldiğini duyduğumuz halk seslerinin hangi yöne işaret ettiğini siyasal bağlamda bilmemiz için ise giderek yaklaşan Türkiye genel seçimlerini beklemek durumundayız.