Fitzgerald’ın romanlarında olağanüstü bir biçimde tasvir ettiği Hemingway’in “kayıp nesli”, 1920’lerin tamamı ve 30’lı yılların başları, şu anki anlamıyla modanın ve güçlü kadınların bir nevi başlangıcı. Dönemin kadınlarının güçlü ve bağımsız hale gelerek toplumda yarattığı küçük çaplı devrim, modada gerçekten büyük bir devrim yaratıyor. Şu an sürekli takibinde olduğumuz, kurucusu kadın olan birçok markanın ardında kükreyen 20’ler var.
Bu dönemle ilgili çok çarpıcı gerçekler var. Bunlardan biri; ipek ve saten başta olmak üzere, lüks kumaşlarda savaş sonrası ortaya çıkan kıtlığın modaya darbe olmasının aksine, bu alanda girişimcilik kapılarının açılmasına yardımcı olması. “Suni” kullanınımı bu dönemde hızla artıyor ve moda daha alt kitlelere bile yayılıyor. Sanayinin beraberinde getirdiği birçok araç-gereç, kıyafetlerin sayısında inanılmaz bir artış yaratarak o döneme kadar muhafazakar giyinmeye mahkum edilmiş kadınların kendilerini serbest bırakarak istedikleri şekilde giyinmelerini sağlıyor çünkü alternatifleri çoğalıyor.
Muhafakazar giyinmeye mahkum edilmiş derken abartmıyorum; öyle ki kısalan etekler, elbiseler, ki minilerden bahsetmiyoruz burada, sadece diz hizası eteklerden bahsediyoruz, ve saçlar yüzünden, evet “bob” kesim ilk defa bu dönemde ortaya çıkıyor, dönemin kadınlarına “flapper” lakabı takılıyor ve kimse bu “flapper” adının neden konduğunu anlamasa da kadınların edindiği bu yeni “aşırı rahatlıktan” dolayı kadınların “namus” anlamında da fazla rahatladığını belirten, çok da iyi bir anlamı olmayan bir lakap olduğunu söylüyor Avrupalılar. Halbuki “flapper”lar, yeni başlattıkları moda akımlarıyla daha erkeksi bir görünüm edinerek vücut hatlarına vurgu yapan kıyafetleri bir kenara atıp, kadın formuyla alakalı her bölgeyi dümdüz gösteren, bol ve son derece rahat; ancak bir o kadar da zarif bir tarzı seçiyorlar. Hala hepimizin hayranı olduğu Coco Chanel ve Elsa Schiaparelli kısacık saçları, “cloche” şapkaları ve sade giyim tarzlarıyla o dönem devreye girerek modanın izini değiştiriyorlar. Schiaparelli’nin o döneme kadar kadın kıyafetlerinde kullanılmış “art nouveau” akımını tamamen bırakarak, “art deco” akımını modaya taşıması ve hem kültürel hem de materyalist zenginliğin en sade ve geometrik şekillerde de hayat bulabileceğini kanıtlaması, bence onun ve o dönem kadınının zekasının da en büyük göstergesi.
Evet, dönemin bel vurgusundan çok uzak bazı kesimleri benim pek benimseyebildiğim bir şey olmasa da; 20’lerin bohem, güçlü ve tasasız kadınlarına hayran kalmamak çok zor.