Noktürnler: Müziğe ve Günbatımına Dair Öyküler

Güneş batarken ağaçların arasından sıyrılıp yere düşürdüğü ışık hüzmeleri, uzun zamandır zihninizde çakılı kalmış bir yüz, bir söz, sokaktan geçen bir kedi, bir şarkı…. Algılayabildiğimiz zaman diliminin uzayıp kısalarak zihindeki birikintilerle, gözlemlerle, duygularla, düşüncelerle ve hayal gücünün sözcüklerle kağıda dökülmesi değil midir öykü? Bulunduğunuz ortamı gözlerinizi açıp etrafınızdakileri ‘görmeye’ başladığınızda, ardından baktığınız pencereye bağlı olarak, her şey öyküye dönüşebilir. Aslında aklın özgür kalıp kelimelerle bir forma kavuşması gibidir öykü.

Birkaç sene önce içeriğinin ilgimi çekmesiyle elime alıp okuduğum Noktürnler‘i yazım için yeniden okudum. Kitaptaki öyküleri okurken en çok hoşuma giden şeylerden biri de öykülerin kahramanlardan birinin gözüyle anlatılması. Böylelikle yaşananların içinde kahramanlarla aynı havayı solurken, onları anlamaya çalışırken buluyorsunuz kendinizi. Her öyküde kahramanlarımızın duygu dalgalanmaları farklı düzende bestelenmiş birer eser gibi çalınıyor kulağınıza. Ishiguro’nun usta anlatımı daha da içine çekiyor sizi. Öyküler bir şekilde akıp gidiyor hayatın içinden, günlük hayatta hepimizin yaşayabileceği duygular, yapacağımız seçimler, hatalar müzikle harmanlanarak beş farklı öyküde birbirlerine sımsıkı sarılıp vücut buluyorlar. Hatta öykülerde geçmiş dönem şarkılarına ve sarkıcıların isimlerine de rastlamanız mümkün. Edith Piaf, Julie London, Peggy Lee, Ella Fitzgerald ve Chet Baker bu isimlerden bazıları. Hatta ilk öyküde Jane Austen‘den Mansfield Park‘ın ismi bile geçiyor.

Her başlığın altına bende etki bırakmış noktalardan bahsettim fakat ne yazsam eksik kalır. Uzatmadan, öykülerin kısa oluşundan dolayı kısa açıklamalar yaparak başlıyorum, öykülerin başlıklarının altına kendi gözümden yazmaya.

Aşk Şarkıcısı

İlk öykümüz bir müzisyenin kendi ağzından anlatılıyor. Çocukluğunda annesinin plaklarını hayranlıkla dinlediği Tony Gardner‘la yollarının bir tesadüf sonucu Venedik’te kesişmesiyle hüzünlü bir aşkın içinde kendini bulması bir oluyor. Hüzünlü aşk hikayesinin baş kahramanları hayatı şan ve söhret içinde geçmiş bir müzisyen olan Tony Gardner ve hayatında verdiği ani kararlar ile dolu dolu yaşamış ve yine ani bir karar ile kocasından boşanarak Tony Gardner ile evlenen Lindy Gardner. Bu iki karakterin birbirlerini ne kadar çok sevseler de ‘hayatlarını yaşamak’ adına kendi yollarını çizmeye karar vererek yollarını ayırışı anlatılıyor. Bu öykü baştan sona hüzünlü bir noktürndü benim gözümde.

Come Rain Or Come Shine

Bu öykü bana başlangıçta sakin ilerlerken ortalarında üç kahramanımızın da ayrı yerlerdeyken karmaşıklaşan ve birbiriyle çatışan duygularını anlatmak istercesine aksak ritimli bir caz müziğine dönüştüğü, sonunda ise ortalığın durulduğu birden fazla teması olan bir parça dinliyormuşum hissi uyandırdı. Benim bu düşünceye yönelme sebebim, üç kahramanın da öykünün bazı sahnelerinde kendi içlerinde çatışma yaşarken, iç dünyalarında olup bitenlerin etkisiyle dışardakilerle de çatışmaları.

Raymond, Emily ve Charlie: üniversite yıllarından tanışan üç arkadaş. Emily ve Charlie evli ama sorunlu bir ilişkileri var. Olaylar Richard‘ın aralarındaki ilişkiyi düzeltebilmesi umuduyla Raymond‘ı eve çağırması ve Raymond‘ın Emily‘yle konuşmasının etrafında dönüyor. Halbuki tek sorun artık evin içini doldurmayan müzik ve iletişimsizlik. İletişimsizliğin en fazla baş gösterdiği fikrimce öykünün başlarında üçünün de aynı yerde, aynı sohbetin içerisindeyken birbirlerini dinlememeleri ve ayrı tellerden çalmaları. Raymond bu iki kişinin birbirlerine karşı ördüğü duvarları arasında kalıyor öykü boyunca. Yıkılmaz gözüken sert duvarlar müzikle birlikte yıkılıyor ve yerine aralarındaki sevgi belki biraz yıpranmış, hasar almış daha güçlü bir şekilde inşa ediliyor.

Malvern Hills

Günbatımı, yanlış seçimler, yarım kalmış hayatlar… Nedense beni en çok etkileyen öykü bu oldu. Bir müzisyen yaşamını idame ettirdiği Londra’dan kötüleşen müzik piyasası, oradaki insanların sanatına olan saygısızlığı ve yaşadıklarından ötürü yaratıcılığının bozulduğu gerekçesiyle ayrılır ve böylece başlamış olur kendini arama yolculuğu. Kız kardeşinin Malvern Hills’teki kafesine gider. Nostaljik bir yolculuğa çıkar bu kasabada. Öykünün başlarında kafenin ziyaretçilerinden birinin huysuz öğretmeni olması ve geçmişe dönmesi, karakterin çocukluğunu hatırlaması beni öykünün geçmiş ve şimdi arası bir köprü görevi görüp görmeyeceği yönünde düşündürmüştü. Fakat gördüm ki daha karmaşık bir sarmal içerisinde sürükleniyor karakterler.

Öykünün sonlarına doğru bir yarım kalmışlık, hayallerini gerçekleştirememenin verdiği burukluğun ve aslında kendince yanlış yönde devam ettiği bir hayatın parçası olduğunu görüyoruz Sonja‘nın.

Maalesef hayat zaten hayal kırıklıklarıyla dolu. Bir de böyle hayallerin olmasa.’ cümlesi Sonja‘nın içindeki burukluğun dışa dökülmesi bir bakıma.

Biraz önce bıraktığı izlerin üzerinden gerisin geri bana doğru yürürlerken arkalarında güneş batıyordu; gökyüzünün önünde iki siluetten ibaretlerdi.’

Bu gibi ifadelerle bulunduğu ortamı sözcükleri ile resmedişi, gözünden anlatımı yapılan karakterin aslında etrafına ne kadar duyarlı olduğunu da görebiliyoruz.

Noktürn

‘Noktürn’ ismini kitaptan alan bu öyküde anlatımı yapan kahramanımız tahmin edeceğiniz üzere yine müzikle ilgilenen, saksafon çalan, hayatını ünlü müzisyenlerin arkasında çeşitli müzik türlerini çalarak geçiren ve çoğu kişi tarafından bilinmeyen bir müzisyen. Arka planda olmasını, daha iyi yerlerde olabilecekken yükselememesini eşi ve arkadaşları ne yazık ki dış görünüşünün çirkin ve sevimsiz olmasına bağlar. Eşi estetik ameliyat olmasında ısrar eder. Israrları sonuç bulmayınca da bir süre sonra yıllar önce tanıştığı bir adamın yanına yerleşme kararı alır ve terk eder. Sonunda kahramanımız arkadaşının ısrarı, terk edilmenin hüznüyle ve ilerde gerçekleşebilme ihtimali olduğunu düşündüğü hayallerinin sarhoşluğuyla ameliyat olur.

Kitabın ilk öyküsünde geçen isimlerden Lindy Gardner ile ameliyat olduğu hastanede karşılaşırlar ve zamanla da aralarındaki dostluk bir satranç oyunuyla başlayarak pekişir. İlerleyen sayfalarda kahramanımız pişmanlık ve endişe içerisinde kendi içinde sorgulamalara düşer Lindy Gardner‘ın karışık kafasıyla sarf ettiği ama bir yandan da haklı sözleri üzerine: ‘Dünyanın işleyişi çok komik.

…ama hayatta sevmekten çok daha önemli şeyler var.’ öncesini yazmadığım bu cümle karakterimizin hayatının dönüm noktası olabilme ihtimaliyle beraber zihninde dönüp dururken son cümleleri de olur: ‘Artık bandajların açılmasını beklemekten başka yapacak bir şey yok. Sonra ne olacak? Belki Lindy haklı. Belki de onun dediği gibi, bir projeye ihtiyacım var ve hayatta bir insanı sevmekten çok daha önemli şeyler olduğunu kabul etmeliyim. Kim bilir, belki de benim için bir dönüm noktasıdır ve büyükler ligi beni bekliyordur. Belki de Lindy haklı.

Çellistler

Kitabın son öyküsü olan Çellistler’de bir çellist ve hayallerini gerçekleştirememiş müzik tutkunu Eloise‘nin Tibor‘un içindeki yeteneği görüp cesaretlendirmeye çalışmasını konu alıyor. Tibor içten içe Eloise‘nin sahtekar olduğunu sezse de sesini çıkarmaz ve kaçınılmaz son olarak çalışmaları için Eloise‘in evine gittiği günlerden birinde farkına varır.

Başta sahtekar olduğunu düşünüp kızsanız da hayallerinin peşinden gidememiş, bir kere bile eline sevdiği müzik aletini alamamış Eloise‘nin içindeki küçük kızı gördüğünüzde vazgeçiyorsunuz düşüncenizden.

** Yazıyı sonlandırmadan önce kısa bir not, nedense her öyküde bir burukluk, yarım kalmışlık ve hüzün seziliyor. Kim bilir belki de ‘Noktürnler‘in kelime anlamında yatıyordur bu hüzün. Duygulu ve hülyalı gece müziğiyle sarılmış bu hayatlarda.

Kaynakça:

Ishıguro, Kazuo. Noktürnler:Müziğe ve Günbatımına Dair Öyküler. İstanbul: 3.Basım, Yapı Kredi Yayınları.

Leave a Reply