Barış Eker ve Ceren Demiröz Bilkent Üniversitesi öğrencileri. Geçtiğimiz yaz tatillerinin büyük bir kısmını Küba’da geçirdiler. Ben de merak edip oradaki deneyimlerini bizimle paylaşmalarını rica ettim. Fakat ne yazık ki koca bir yaz bir yazıya sığmıyor; devamı da gelecek.
-Önce kendinizi tanıtabilir misiniz?
Barış: Tabii, sanırım GazeteBilkent’i ilgilendiren ilk kısmı Bilkent öğrencisi olmam. Bunun dışında Güney ve Orta Amerika Kültür Topluluğu yönetim kurulu üyesiyim, bir annem ve babam var. Yani birilerinin çocuğu, birilerinin kardeşi, birilerinin sevgilisiyim. Anlayacağınız birçok kimliğim var; bunun dışında sol görüşlü bir siyasi partinin üyesiyim. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde ikinci sınıf öğrencisiyim.
Ceren: Aslında aşağı yukarı aynı şeyler; ben Ceren Demiröz. Bilkent Uluslar arası İlişkiler son sınıf öğrencisiyim. Ben de Barış’ın dediği gibi bir ailenin çocuğuyum, Bursalıyım. Ben de bir sol partinin ve Jose Martí Dostluk Derneği’nin bir üyesiyim. Zaten bu derneği bilerek katıldım bu programa. Güney ve Orta Amerika Kültür Topluluğu’nun kurucularındanım. Bu sene Küba’ya gitmemin sebeplerinden biri de buydu; gidip orada görerek öğrenmek ve geldiğimizde insanlara sunumlar eşliğinde bildiklerimizi aktarmak, kulübümüzü de bu amaçla kurduk.
-O zaman biraz yaz tatilinizden bahsedelim.
Barış: O zaman başlayayım, ben 45 günlüğüne gittim Küba’ya. Küba devletinin düzenlediği bir kamp organizasyonuna katıldım, bir süre kendi başıma idare ettim ve daha sonra Ceren’in de katıldığı başka bir kamp organizasyonuna katıldım. Ama bu kampı Küba devletinin kendisiyle değil; biraz da Küba devletinin inisiyatifiyle Türkiye’deki Küba Dostluk Derneği düzenledi. Küba Dostluk Derneği birkaç on yıl önce Küba devletinin bütün dünyada kendi derdini anlatmak ve ambargoyu hafifletmek için kurduğu derneklerden bir tanesi. Türkiye’de de bunu kendine görev bilen ve bu sorumluluğu alan insanlar var. Ben onlarla iletişime geçtim Küba’ya gitmek için öncelikle.
-Peki, neden Küba’ya gitmek istedin?
Barış: Bazı kişisel motivasyonlar var; bunlardan bahsedebilirim: Küba’ya giden birçok turistin söylediği şey ‘Fidel (Castro) ölecek; o ölmeden ve sosyalizm çözülmeden görmek istiyoruz’. Benim motivasyonum çok da bu yönde değildi. Çünkü en azından kısa vadede Küba’da sosyalizmin çözüleceğini düşünmüyorum; belki de orta ve uzun vadede tartışılabilecek bir şey bu. Neden gittiğime gelecek olursak, öncelikle bütün dünyada kapitalizm çok agresif ve her yere saldırırken Küba hala kapitalizme bir alternatif üretmeye çalışıyor. Oradaki insanlar kapitalizmi bir alternatif olarak yaşıyor. Bir alternatifin içinde yaşamanın nasıl olacağını görmek için gittim aslında.
Ceren: Ben ağustos kampına katıldım. Yine Jose Martí Küba Dostluk Derneği’nin düzenlediği bir kamptı ve orada 12 gün kaldım. Havana, Santa Clara ve Trinidad şehirlerinde bulundum ama ağırlıklı olarak Santa Clara kampında bulunduk biz. Neden gittim sorusuna cevap vereyim; dünyada tek sosyalist ülke Küba ve herkes için hayret verici, kimileri için korku kimileri için hayranlık uyandıran bir ülke. Ben de bu ülkeye gitmeden anlaşılamayacağını düşündüğüm için gittim yani Küba sosyalizmini tam anlamıyla öğrenmekti amacım. Bu arada bir anekdot olarak bunu da ekleyeyim: biz yakın dönemde okulumuzda Latin Amerika’ya dair bir topluluk oluşturduk: Güney ve Orta Amerika Kültür Topluluğu. Bu topluluk üzerinden sunumlar, konferanslar, büyük etkinlikler yapacağız. Tabii ki, öğrenip dönmüş olarak bu kulübün çalışmalarını yürütmek de gerekiyor; açıkçası en büyük motivasyon kaynaklarımdan biri de buydu. Bir de, Barış’ın da bahsettiği ambargonun kalkması üzerinden dönen tartışmalar var; bazı tartışmalar çok yetersiz kalıyor. Bu tartışmaları yerinde yaşayarak öğrenmek için de gittim.
-Proje kapsamında neler yaptınız?
Ceren: İlk iki gün Havana’da kaldık. Tabi şimdi her günü de anlatmayayım ama müze gezilerimiz oldu. Küba Devrimi öncesi bilgiler içeren bir müze gezdik ve ağırlıklı olarak Devrim’e dair müzeleri gezip orada bilgilendirildik. İki tane rehberimiz vardı: biri Jose Martí Küba Dostluk Derneği’nden bir Türk ve diğeri de Kübalı bir rehber. İspanyolca konuşuluyordu ve rehberimizin bize devamlı aktarımları yoluyla bilgilendirme sağlandı. Santa Clara’da eğitim üzerine söyleşilerde bulunduk, orada iki tane doktora yapmış lise öğretmeni üç saate yakın bir söyleşi verdi bize. Bunun sonucunda Küba eğitim sistemine tam anlamıyla hâkim döndüğümüzü düşünüyorum, çünkü devamlı sorularla ilerleyen bir söyleşi gerçekleşti. Bir başka söyleşi ise kadın örgütleriyle ilgiliydi. Burada LGBTQAİ’ye de değinildi. Bunun yanı sıra sağlığa dair bir söyleşimiz oldu ki burada hastane ve eczane gezimiz de oldu yani doktorlarla söyleşide bulunduk; çocuk hastanesine gittik. Dolayısıyla oradaki sistem hakkında geniş bilgiye sahip olduk ve bunların çok faydası oldu.
Barış: Sağlık meselesiyle ilgili Türkiye’den farklı oldukça konu var. Bir tanesi cinsellik. Cinsellik onların yaşamının doğal bir parçası ve bu beraberinde bir doymuşluğu getiriyor. İnsanların ikili ilişkilerinde bu oldukça fark yaratıyor. Bir tanesi de çocuklara küçük yaştan itibaren belli bir eğitim veriyorlar aslında. Yani hem okulda, hem sağlık kuruluşlarında, hem de aile içerisinde ki bu da büyük fark yaratıyor. Bununla ilişkili olarak Türkiye’den ve Kuzey Amerika’dan farkı sağlığı ikiye ayırmış durumdalar. Bir tanesi önleyici sağlık bir diğeri de tedavi edici. Küba yoksulluk koşullarından dolayı tedavi edici kısımda çok iyi değil ama önleyici hekimliği çok iyi kurgulamışlar ve hayata çok iradi biçimde geçirmişler. Yani her mahallede o mahallenin bir hekimi var ve çocuk hastalıklarından tutun, gençlerin uyuşturucu kullanımına kadar doktor abi-abla ilişkisi içinde her konuyla ilgileniyorlar ve bunlar çok işe yarıyor aslında. Küba koşullarına baktığınız zaman, Kübalı insanlar o yoklukta aslında buna nazaran çok sağlıklılar. Yani uyuşturucu kullanımı Meksika’nın bu kadar yakınında olmasına rağmen oldukça az.
Ceren: Yine sağlık sisteminden devam edeyim. Sağlık hizmeti hiçbir ayrım gözetmeksizin ücretsiz. Son dönemde bir başarısı da var Küba’nın: anneden çocuğa geçen AIDS virüsünü durdurmayı başardılar ve işleyen bir hale soktular. Aynı zamanda akciğer kanserine yönelik bir aşı geliştirdiler ve hastalığı geciktirmeyi başardılar. Yani o koşullarda teknik eksikliklere rağmen hızla ilerleyen bir tıbbi gelişim söz konusu. Bize ilginç gelen başka bir şey de hastanede hasta göremememiz çünkü koruyucu sağlık sistemleri çok gelişmiş, tüm vatandaşlar hastalıklardan nasıl korunacaklarını çok iyi biliyorlar. Bir başka şey de Küba’da bulunduğumuz çocuk hastanesindeki yatalak kanser hastası çocukların kendilerini dışlanmış hissetmemeleri için “Bir Gülücük İçin” projesi başlığı altında her hafta bir çocuğa parti düzenleniyor.
Barış: Ayrıca bir çocuk üç aydan daha fazla hastanede kalacaksa, eğitimi için o çocuğa özel bir öğretmen tutuluyor. O tutulan öğretmen, çocuğun okulundaki öğretmeniyle devamlı iletişim halinde bulunup her hafta dokümanları alıp bu çocuğa eğitiminden geri kalmaması için tüm bunları öğretiyor. Bu dünyanın, bildiğim kadarıyla, çoğu yerinde olan bir sistem değil.
—————————————————————————————————————————————