Geçtiğimiz haftalarda başladığımız serinin ikinci yazısı ile siz değerli GazeteBilkent okurlarının karşısındayız. Bu yazımızda da “Kampüste Görüp Tanımadığımız” isimler ile sizler için yaptığımız söyleşiler sonrasında, A Binası içinde bulunan Fiero ve gün içinde çokça uğranılan bir mekan olan Cafe In’den simalar konuk oluyor haberimize.
Fiero’dan Emrah Andaç bizimle söyleşi yapmayı kabul ediyor. Kendisi üç yıldır Bilkent Fiero Cafe’de çalışmakta. Daha önce on yedi yıl Dikmen’de bir markette çalışmış. Epeyce genç olan Emrah Bey’e kaç yaşından beri çalıştığını soruyoruz. “On, on bir yaşımdan beri çalışıyorum.” diyor. Çalışma koşullarından memnun musunuz diyoruz. Özel sektörde koşulların aşağı yukarı aynı olduğunu söylüyor. Burada çalışmanın avantajı, hafta sonunun tatil olması. Sabah yedi akşam altı buçuk arası çalışma saatleriymiş. Nadiren yediye dek çalıştığı günler de oluyormuş. Önceki işinde günde en az 14 saat çalışıyormuş. 3 ay izin alamadan çalıştığı dönemler de olmuş. Eski işi ile kıyasladığında, Fiero’da çalışmaktan epey memnun. “Saat başı on beş dakika molamız var, çalışma koşullarımız iyi.” diyor. Emrah Abi Eskişehir Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi İşletme bölümü mezunu. Bu nedenle siparişlerin alınması ve satış işlemlerinin yanı sıra kasa hesaplarından da kendisi sorumlu. Fiero’da ne farklı olsaydı işler daha kolay yürürdü diye soruyoruz. “Eski tezgahımız çok daha genişti. Şimdi ürünlerimizin tamamını sergileyemiyoruz. Yoğun zamanlarda, birbirimize dolaştığımız bile oluyor.” diyor. Pratiklik açısından satış kısmını ikiye ayırıp bir dolap daha almışlar. Ön tarafta, kasa yanında çalışan iki kişi siparişi alırken, hemen bir arkasındaki iki kişi de mutfakta daha önce ya da sipariş üzerine hazırlanmış ürünü ücret ödenene dek yetiştirmeye çalışmakta imiş. Bunun da özellikle öğle saatlerinde çok yoğun bir çalışma temposuna neden olduğundan bahsediyor. Fireo’nun eskiden sunulagelen tavuk-pilav, dürüm, çorba gibi ürünlerini soruyoruz. Kokudan dolayı bu ürünlerin yasaklandığını, artık satışının yapılmadığını söylüyor. Yasak öncesi sadece öğlen 150, 160 porsiyon tavuk- pilav ve dürüm tüketilmekte imiş. Yemeğini alan öğrencilerin binanın farklı yerlerinde yemeleri tüm binanın tavuk kokmasına sebep oluyormuş. Eski Dekan hanım, bazı akademisyenler, özellikle vejetaryenler ve bir kaç öğrenci bu kokudan rahatsızmış. Ayrıca Bilkent Üniversitesi İktisat Fakültesinin daha elit ve düzenli olması gerektiğinden, kokunun bertaraf edilmesi gerektiğini söylüyor. “Yoksa yasağın bize bir kastı yoktu, tamamen hassasiyet ve gereklilik sonucu idi.” diye de ekliyor. Ancak bu yasak, tezgahın küçülmesine de eklenince tabii ki satışları azaltmış.
Satılmayan ürünlerin akıbetini merak ediyoruz. Fiero’nun Zeynel&Çilli’ye ait olduğunu ve ürünlerin 90%ının firmanın kendi fabrika ve mutfağında hazırlanıp getirildiğini söylüyor. Geriye kalan salep, sıcak çikolata, sandviçler vs. ise yine malzemesi fabrikadan olmak üzere burada hazırlanıyormuş. “Mutfağımız küçük, kelimenin tam manası ile merdiven altı, ufak bir yer.” diyor. Ürünlerin bir kısmı mesela sandviçler günlükmüş, tüketilmediğinde ise haliyle çöpe gidiyor. Ancak börek gibi bazı gıdaların süresi iki gün. İkinci günün sonunda da personele dağıtılıyormuş. Emrah Bey’e de Bilkent öğrencilerini soruyoruz. “Öğrencilerin geneli, iyi ve düzgün insanlar, güzel terbiye almış çocuklar.” diyor. “Yaşıtlarına ve benim muhitimdeki gençlere kıyasla çok efendiler. Hiç bir sorun, tatsızlık yaşamıyoruz.” diye de ekliyor. Bize değerli vaktinden ayırdığı için kendisine teşekkür ediyor, son durağımız Cafe In’e gidiyoruz.
Cafe In’de Özlem Gür bizimle sohbet etmeyi kabul ediyor. Çayımız geliyor ve söyleşiye başlıyoruz. Özlem hanım 3,5 yıldır burada çalışmakta. Öncesinde ise PTT’de çalışmış. Kendisi muhasebe bölümü mezunu. Ayrıca Sağlık Kurumları İşletmeciliği bölümü üçüncü sınıf öğrencisiymiş. Cafe’deki yoğun iş temposu nedeni ile okul biraz askıda kalmış. Cafe In’deki çalışma saatleri vardiyalı imiş. Ayın iki haftası 10.30-19.30 arası çalışıyor, diğer iki haftası ise sabah yedide gelip akşam beş gibi işten çıkıyormuş. Erkenci olduğu zamanlar işe yetişebilmek için evden beş buçuk gibi çıkması gerekiyormuş. Zor olmuyor mu diyoruz. “Ben işimi severek ve isteyerek yapıyorum, hiç yorgunluk hissetmiyorum. Çalıştığım yerde mutlu ve huzurlu bir ortam olduktan sonra iş beni yormuyor, her şey güzel gidiyor.” diyor. İş sorumluluğunun kapsamını soruyoruz. “Dışarıdan iş kolay görünüyor, sadece kasaya baktığımız ve ürünleri müşteriye ilettiğimiz zannediliyor. Ancak yeri geldiğinde ürün hazırlanması, temizlik, iç düzen gibi işlere de yardımcı oluyorum.” diyor. “Geçen Haziran döneminde bir eleman eksikliği yaşadık, üç kişinin işini ben tek başıma idare etmek durumda kaldım.” diye ekliyor. “O zaman hem yine erken geliyordum hem de cafeyi ben kapatıyordum. Ancak yine işimi sevdiğim için pek bir yorgunluk hissetmiyordum.” diyor. Özlem Hanım muhasebe mezunu olduğundan hesap kapatma işlemlerinden de kendisi sorumlu. Ancak diğer çalışanların sorumluluğunda olan işlerde bir eksiklik fark ettiğinde, bunu söylemektense doğrudan eksikliği düzeltmeyi tercih ediyormuş. “Başkasından bir işi yapmasını beklemek hoşuma gitmiyor, ayrıca benim gösterdiğim özeni gösterir mi bilemediğim için ufak tefek eksiklikleri de kendim kapatmaya çalışıyorum.” diyor.
Özlem Hanım’a Cafe In’deki çalışanların mola saatlerini soruyoruz. “13.30’da buradaki öğlen servisi bittikten sonra, nöbetleşe yarımşar saatliğine yemek molasına çıkıyoruz. Herkes yemek molasına çıktıktan sonra tekrar nöbetleşe yarım saat çay molası başlıyor.” diye açıklıyor. Özlem Hanım Cafe In’in çalışma politikasından da memnun olduğu için işinde mutlu olduğunu söylüyor. Her ürünümüzü mutfakta biz üretiyoruz. “Her şey taze taze müşterilere sunulmakta.” diyor. Vitrindeki pastalar da mı? diye soruyoruz. “Pasta ustamız günlük çıkarıyor pastaları, kalanlar imha ediliyor.” diyor. “Burada bir kişinin işini eksik ya da yanlış yapması hepimizi olumsuz etkiliyor. O yüzden işlerin düzgün gittiğini görmek de bizi mutlu ediyor.” diye ekliyor. Cafe In’de ne farklı olsa işler daha kolay olurdu diye soruyoruz. “Keşke daha geniş bir alanımız olsa, özellikle öğlen aralarında oturacak yer sıkıntısı yaşanmasa.” diye cevap veriyor.
Özlem Hanım’a da Bilkent öğrencilerinin davranışlarından memnun olup olmadığını, herhangi bir sorun yaşayıp yaşamadığını soruyoruz. “Şimdiye dek hiç bir öğrenci ile sorun yaşamadım. Ama iş arkadaşlarımın yaşadığı bir kaç tatsızlığa şahit oldum. Bu tarz olaylar olayın doğrudan muhatabının yanında tüm çalışanlar için moral bozukluğuna sebep oluyor. Biz elimizden geldiğince müşteriye hoşgörülü yaklaşmaya çalışıyoruz. Ben de öğrenci olduğum için öğrencileri anlayabiliyorum. Özellikle öğlen aralarında geldiklerinde yorgun oluyorlar ve yemeklerini haliyle bir an önce almak istiyorlar. Bu sebeple servisi en hızlı şekilde gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Ancak öğlenleri yoğunluktan bir iki dakikalık gecikmeler yaşanabiliyor. Ben çalışırken mutfağı da düşünmek durumundayım tabi. Böyle bir gecikme olduğunda, öğrenci bana siparişi sorduğunda ben aynı soruyu ısrarla mutfağa sorduğumda bu sefer mutfaktaki ortam da geriliyor. Bu sebeple elimden geldiğince anlayışlı ve hızlı olmaya çalışıyorum. Bunların haricinde genel olarak Bilkent öğrencilerinden memnunum. Saygısızlık boyutunda olumsuz bir olay yaşamadım.” diyor.
Kafeteryalarda çalışan emektarlarımızın çalışma koşulları ve anlattıkları böyle. Her birine bize vakit ayırdıkları için tekrar teşekkür ederiz.
busra
Spagetti boloniieeeeeeez dedirtti cok guzel bir yazi dizisi
Semih Boz
Çok güzel düşünülmüş bir yazı dizisi olmuş. Tebrik ederim. Bir sonraki yazı için de rektörlük binası güvenlik görevlisi Hüseyin abiyi öneririm. Birçok kişinin ilgisini çekeceğini düşünüyorum