Başrahip yavaşça eğildi ve boş sunakları doldurdu. Cübbesi sessizlikte hışırtılar çıkartırken ilerledi ve elindeki meşaleyle yenilerini yaktı. Konuşması gerekliydi Tanrıça’sıyla, konuşacak konuları vardı. Olmasa da bulunurdu zaten, onunla konuşmak içini rahatlatırdı hep.
Sessiz bir huzur yayardı etrafına Tanrıça. Kusursuz olduğunu hiç iddia etmezdi, kimi zaman da hüzünlüydü gözleri gülümserken. Yine de dokunurdu yüzüne başrahibin, aklından geçenleri okurmuşçasına. Güven verirdi, rahibin kimsede bulamadığı güveni.
Anlatması oldukça zordu, ama rahibe göre Tanrıça’sı, durum adaletsiz bir hal aldığında, bütün yağmacıların hedefinde olduğunda, herkes yaptıklarının kendi yaratısı olduğunu ileri sürerken, silkinmeye cesaret edebilecek, sırtındakileri atabilecek birisiydi. Gerçek yaratıcının kim olduğunu onlara gösterebilmek adına, geri çekilebilme gücü vardı; hem de yaratmayı sevdiği halde. Rahip bütün bu kafasındaki düşüncelerle fısıldadı, Tanrıça’sının onu duyduğunu bilerek: “Sen silkinen Atlas, onlar akbabalarını geri çekene kadar ateşi geri almaya cesaret edebilecek Prometheus’sun. Seni hep merak ve heyecanla beklerim, boşa çıkmaz beklentilerim, bu sefer kutunda ne var, göster bana!”
Güçlü ama bir o kadar da keder dolu bir ses yankılandı tapınakta. Saçları döktüğü kanların kırmızısıyla kızıl, gözleri puslu ve ıslak, parıltılı keten elbisesi hışırdayarak yavaşça karanlıklardan belirdi. Dümdüz beline kadar saçları açık ve kalbi upuzun tırnaklarını geçirmişçesine kanarken, rahibe doğru yaklaşıp cevap verdi: “söylediklerinin en acı tarafı ne biliyor musun? Söylediklerinin doğru olmadığını bilmek… Sandığın kadar güçlü ve güzel değilim.” Rahip eğildiği yerde yavaşça kafasını kaldırıp Tanrıça’nın simsiyah gözlerine baktı. “Güzelsin. Bunun en güzel tarafı kabul etmemen. Güçlüsün de, bence üretmek güçtür. Akıldan daha değerli bir güç yoktur ve senin avantajın bu gücü kontrol edebilmek. Üretiyorsun, düşünüyorsun, taşıyorsun. Belki duygusal açıdan düşündüğüm kadar güçlü değilsin ama ondan daha büyük bir gücün var; ki duygusal güç pasif bir güç, sadece savunmaya yarıyor. Sen olmadan düşecek insanları düşün. Sadece verici olduklarını kastetmiyorum, adil ya da değil alışveriş yaptıklarını düşün. Sendeki güç bu ve çok güçlüsün.”
Tanrıça rahibin önünde yere oturdu ve onun ellerini avuçlarına aldı. Sonra yavaşça bırakıp kendi ellerine bakmaya başladı. İnsan gibiydi o anda, kırılmaya çok yakın. Aklında yanan kelimeler ‘Ellerim defalarca sarı ellerim defalarca keder, bu eller benim ellerim cennetten kovuldular” olduğu halde, dudaklarından dökülenler farklıydı: “Güçlü olmak güzel değil ki. Kastettiğin anlamda güçlü olsam bile bu zaaflarım olduğu ve bunun güzel olmadığı gerçeklerini değiştirmez. Bu yüzden güzel değilim. Yorgunum çok… Kırgın ve yalnızım bir de… Verici olduğum insanlar da bencillikle suçluyor çünkü…” Sözleri yorgun duruşunu onaylarcasına yavaş ve sakindi.
Rahip gözlerini kıstı. Anlam veremiyordu, bir eliyle Tanrıça’sının elini sıkıca kavrarken, bir eliyle çenesinden tutup onu kendisine bakmaya zorladı. “Güzellik… Çok çarpıcısın… İnsanları en azından beni etkiliyorsun. Benzersiz bir güzelliğin var bence.” Tanrıça’nın gözleri yaşlarla doldu. “Kimseyi etkilemek istemiyorum, benimle olmak zehirli bir kadehten şarap içmeye benziyor çünkü…” Rahip parmağını hızlıca Tanrıça’nın dudaklarına koyup onu susturdu. Sonra yavaşça o parmağı onun dudaklarında gezdirdi ve saçlarına dokunurken tekrar konuşmaya başladı. “Bencillik… Bencil olmak iyidir, hayatta kalmayı sağlar. Bu kendi çıkarlarıyla ilgili olan insanı ifade eder. Bir başka hayranlık nedeni. Bencillik adil olmayı da içerir ve başkalarına kendine zarar vermeden yardım etmeyi. Bencillik; bağımsızlık, adalet ve tutarlılıktır, erdemlerin en büyüğüdür. Kim ne derse desin, bencil seni layık gördüğüm övgülerden biri değil!” Birden sertçe rahibin avucundaki elini sıkıp yumruk yaptı Tanrıça, gözleri öfkeyle kısılırken tıslayarak konuştu: “Bencillik adil değildir. Bencillik bir erdem de değildir. Bu noktada yanlışın var. Bencil insan ölen bedenleri görmezden gelip uyumaya devam edendir. Maat’ın terazisi boş dururken, timsah Tanrı Sobek’e ruhları kurban verendir. Sırf bu nedenle insani değil zaten…” Son kelimelerle yumruğu gevşerken sesi de hiddetten sükunete kaydı. “insani olması gerekli mi?” dedi rahip yavaşça. Şaşıran Tanrıça kafasını kaldırıp rahibin gözlerinin içine baktı. “Bencil hak etmeyene bir şey vermeyendir. Soğuk bir adalet. Herkesin zaafları vardır. Ancak kendini; bizi hep suçlayan, azizlerin sevaplarıyla değil, günahkarların lütuflarıyla ayakta duran bir ahlakla değerlendirme. Üretmeyen, yaratmayan kitle, seni, sırf düşündüğün ve yarattığın için, verdiğin için suçlayacak! İnanma onlara!”
Rahibin son kelimeleri güçlü sesiyle birleşip tapınağı çınlatırken, Tanrıça’nın aklı tekrar karıştı. “Ya kendimi güçsüz hissetmek ne olacak? Tanrıçalar kusursuz olmaz mı?” “Tanrıça’m, Hathor kendini güçsüz hissetmese, yüce Sekhmet ortaya çıkamazdı. Tanrıçalar da güçsüz hisseder, birinci dereceden bir din adamı olarak bunu belirleme yetkisine sahibim.”
Bir süre sessizlik içinde otururlarken, Tanrıça rahibin söylediklerini düşündü. Tanrıça böylesine yorgunken, bir rahip nasıl bu kadar güçlü ve bilge olabilir, Tanrıça’ya yol gösterebilirdi? Derken rahip derin bir nefes alıp sessizce mırıldandı. “Ben de yalnızım. Kırgınım, hem de senden daha çok…” “Benden daha çok değil” dedi Tanrıça; sesi yine gür, özgüvenli ve hırçındı. “Çünkü sen benim sahip olmadığım iki büyük şeye sahipsin.” Rahip gözlerini merakla Tanrıça’nın artık hafifçe parıldayan ve tekrar huzur ve güç yayan gözlerine dikti. “Ne olduğunu merak ettim onların. Ama ben de yalnızım. Kimseye söylemediğim şeyler var. Kendi çizdiğim yolda, herkes ne derse desin yürümek zorundayım. Kendime karşı dürüst olmakta güçlük çekmekteyim.” Tanrıça gülümsedi ve rahibin yanağına yavaşça dokundu. Sonra elini rahibin kalbinin olması gereken yere koydu ve tekrar konuşmaya başladı. “Henüz kirlenmemiş masum ve saf bir kalbin var.” Sonra rahibin ellerini sıktı. “Sana destek olabilecek bir yol göstericin var ki onunla kendine söyleyemediğin konuları bile konuşabilirsin.”
Kırık bir gülümseme yayıldı rahibin yüzüne. “Masum ve saf bir kalp; çünkü kimseye onu emanet edecek kadar güvenmedim. Güvenmeyeceğim için belki hiç tutkulu bir bağlılık duymayacağım. Yitirmenin acısına tahammül edemeyeceğim kimse olmayacak. Anne-baba-kardeş-sevgili ya da arkadaş. Yoldaşım olmayacak. Bunu aşmak istiyorum ama çok zor. Rehberliğine minnettarım. Kendimde güç bulduğum sürece ondan yararlanacağım ve tabii izin verdiğiniz ölçüde ey yüce Tanrıça, Adalet’in yüce sahibi.” Tanrıça tekrar hiddetlendi. “Saçmalık! İsteyeceksin elbette, sen de güveneceksin. Sadece zamanının gelmesi gerek. Güvenmemek güzel olsa da, sen de zayıfsın herkes kadar.
Rahip bir anda başını eğdi. “Zayıfım ve salağım, ama çok büyük güven için boşa gitmeyeceğinden emin olmam lazım. Bu bilinçsizce böyle olacak hissediyorum. Bundan başka ne ölçü olabilir ki? Ben kendi yaşamın ve ona olan sevgim adına, kimse için yaşamayı, kimsenin benim için yaşamasını istemiyorum. Sevgi; güneşi, yıldızları döndüren sevgi, hayal dünyamın esin kaynağı olacak kişi, o kişi olmalı ki, beni benden bize geçmeye ikna edebilsin.”
Tanrıça çok kızmıştı. Bu güne kadar göstermeye çalıştığı her şey önünde parçalara ayrılıyordu. Tüm yorgunluğunu unutup ayağa kalktı ve tüm kudretini hissettirerek, rahibin kaderini tayin etti: “Öyle biri çıkacak ki karşına, tıpkı benim gibi. Seni öyle bir çarpacak ki, neye uğradığını şaşıracaksın. O seni değil, sen onu ikna etmeye çalışacaksın biz olabilmek için. Zorsun evet, zayıfsın ancak salak değil, insansın en nihayetinde. Onu isteyeceksin de!” Konuşurken parlayan ve kıpkırmızı olan gözlerini yatıştırıp rahibin çenesinden tutarak onu da ayağa kaldırdı. “Hatta boşa gidecek olsa da güveneceksin. Aksi halde kazandığını zannederken hep kaybedersin. Kırgın, yorgun ve dahi bazen umutsuz olduğum doğru; ancak bende de beni belki de tek bir anlamda güçlü yapan bir şey var. Söyle bana rahip, beni ben yapan yaşanmışlıklar olmasaydı, beni yine de güzel bulur muydun?”
“Ben herkesten daha zayıfım” dedi rahip önce. Daha güçlü bir sesle kelimelerin üzerine basa basa devam etti. “Ama zaafımı bulmaları daha güç, gördüğün gibi. Sen, zayıflığın herkesten daha az. Zeus’un kafasından silahlarıyla kuşanmış olarak doğan Athena gibisin.”
Tanrıça rahibe bir adım daha yaklaşıp sıcaklığını hissetmesini sağladı. Konuştuğunda sesi pürüzsüz ve sakindi. “Ben… Bütün bu zaaflarla yorgun düşmüş ve kalbini kapatmış ben, senin bütün zaaflarını görüyorum bunu bil, ama ben de seni öyle güzel, öyle kusursuz buluyorum ki… Kırılmanı, kalbinin kirlenmesini, zaaflarının kullanılmasını ve yıpranmanı istemiyorum… Bu masumiyetini kaybetmeni istemiyorum… Benim gibi ol istemiyorum inan…