“Godot’yu Beklerken”, sonu gelmeyen ve anlamsızlığı daha başından belli olan bir bekleyişin anlatıldığı Absürd tiyatronun, üzerinde en çok inceleme yapılmış oyunudur. Oyunun en dikkat çekici yanı, her soluğunda izleyicinin veya okuyucunun düşüncelerini harekete geçiren imgelemelerin varlığıdır. Bu imgelemeler oyuna derin ve gizli bir anlam katar. Oyun; hiçliği, amaçsızlığı ve bekleyişin sıkıntılarını anlatır ama sıkıcılıktan çok uzaktır. Hatta oyunun uzun, karmaşık ve yorucu olduğu söylenebilir. Oyunun anlamsızlığı betimlediğini söylemek, Beckett’e saygısızlıktır.
Absürdlük (yani saçmalık), anlamsızlık değildir; sadece nesneye ya da olaya yüklenen anlamın genelden farklı, değişik ve çoğuna göre yanlış olmasıdır. Oyun, absürdlüğü ve göreceli olarak farklı bir dünya görüşüne sahip olmayı anlatır. Bu dünya görüşü, bireyin varlığını ortaya koymasında bir başkasına sığınmayı amaçlamasının saçmalığını, savaşların sonuçlarının insanların psikolojik bunalıma girmesine, ezen-ezilen sınıflarının oluşmasına yönlendirdiğini ve bireyin yaşama amacının olmasının kendisini kandırmaktan başka bir şey olmadığını savunur. Buna göre insan bir amaç doğrultusunda yaşadığında, sonu gelmeyen ve eziyet dolu bir bekleyiş sürecine girmektedir.
Oyunun iki ana karakteri, Vladimir ve Estragon. Kısa adlarıyla Didi ve Gogo, Godot’yu beklerler. Godot gelmez. Godot’yu beklerken, Didi ve Gogo arasında zekice olmayan, sıradan, gereksiz ve saçma olarak nitelendirilebilecek konuşmalar geçer ama bu konuşmalar asla anlamsız değildir. Beckett, Didi ve Gogo arasında geçen saçma konuşmaların arkasında saklanmış, okuyucuya ileti göndermeye ve onların hayatın gerçekte ne olduğunu anlamalarına yardım etmeye çalışmaktadır. Gerçek hayatın saçmalıklarının sahneye konmasıdır “Godot’yu Beklerken”. Bireyin birilerine bağlı olma ve sürekli birilerini bekleme arzusunun absürdlüğünü anlatır. “Godot’ya mı? Godot’ya mı bağlıyız? Ne aptalca bir düşünce bu! Söz konusu bile olamaz! (Bir an) Şimdilik.” (Beckett, 25) Birey, saçmalığının farkında olduğu bir şeyi yapmaya ısrarla devam etmektedir. Godot’ya bağlı olmayı reddederken, gidememek, ayrılamamak; günümüz toplumlarında bireyin zavallılığını imgeler. Birey o kadar çaresiz durumdadır ki sırf bir yaşama amacına ulaşabilmek için, sonuçsuz kalacağını bildiği halde; varlığını bile kanıtlayamayacağı bir varlığı beklemekte ve onun sayesinde sahnelenecek kurtuluşunu hayal etmektedir. Birey sadece bekler, itaatkâr bir şekilde, sorgulamadan, kayıtsızca; bu bekleyiş de zamanla yaşamının amacı haline gelir. Birey kendini, bir ağacın altına yaslanmış, görünürdeki hiçliği beklemeye mahkûm eder. Suçu ise, yaşamaktır.
İnsanlığın nereye gittiğini kendisinin bile tam olarak bilemediği bir dönemde geçer oyun. Savaş, insanlığın yaşama amacını ve sevincini elinden almıştır. Var oluş, bireyler için dayanılmaz bir acıya dönüşmüştür. Hayatın akışında sürüklenip giden bireyler, sorgulamadan ve karşı koymadan, hayatın getirilerini kabul etmektedir. İnsan, hiçbir şeyi değiştiremeyecek kadar küçük olduğuna inandırmıştır kendisini ama gece boyu bir sinek odadayken uyuyamayacağını da kabul eder. Bir şeyleri değiştirse bile, bunun için çok geç olduğunu düşünür bireyler. Beckett, aslında o saçmalıkların ve garipliklerin ardından bize göz kırpıyor ve hayatı sorgulamamız için, sorgulamayan iki örnek gösteriyor. Sımsıkıya sarıldıkları hiçlik yüzünden hayatlarının geri kalanını aptalca bir bekleyiş içinde geçirmeye kendilerini mahkûm etmiş iki insanı örnek gösteriyor. Varlığımız için mutlu olmamız ve alışılmışın dışına çıkmamız gerektiğini söylüyor. Bunalımlı dönemler, ülkelerarası veya ülke içi gerilimler geçicidir; esas olan söylediklerimiz, yazdıklarımız, çizdiklerimizdir. Bir kurtarıcıyı beklemek ya da ayağımızın içine sıkıştığı botla uğraşmak değildir. Kimseyi beklemeden, insani bir sabırsızlıkla üretmektir yaşamın amacı; ilahi bir sabırla varlığı sorgulananı beklemek değildir.
Oyunda uzamı belirten tek eleman, dünyanın her yerinde doğayı imgeleyen ağaçtır. Ağacın türü, boyu ya da yaprak şekli belirtilmemiştir; yani oyundaki ağacın tam olarak nerede yetiştiği belirsizdir. Zaman kavramı da doğan ve batan güneş üzerinden sağlanmıştır. Bu durum dünyanın her yerinde, aynı zaman aralıklarında ve aynı süre zarflarında olmasa da aynıdır. Bireyin hissettiği sürüklenme duygusu da dünyanın her yerinde aynıdır, girilen savaşların insan psikolojisi üzerindeki etkisi de. Beklenene ulaşma, onun elçilerini görme çabası da aynıdır. Farklı olan, bireylerin beklediklerini isimlendirmeleridir. Ona kimi Tanrı, kimi Allah der. Beckett’e göre o, Godot’tur.
Zafer Bozkus
Sevgili Anıl, Türkçe’nin bu kadar güzel kullanılarak bir oyun hakkında yazılmış böylesine akıcı ve bilgilendirici bir yazıyı okuduğumu, en azından son zamanlarda, hatırlamıyorum. Bu vesileyle de iyi bayramlar diliyorum.
ibrahim güçlü
tanımıyorum ama,yukarıda “godot’yu” beklemek le ilgili yorum ve açıklayıcı bilgileriniz için teşekkürler…
Hüseyin Aktürk
Sevgili Anıl Bey, sizin de parmak bastığınız gibi ülke içi veya ülkeler arası sıkıntılar, bireyin ruhsal ve fiziksel problemleri gelip geçicidir, önemli olan bana sorarsanız, bireyin yaşamın amacını keşfetmeye çalışması değil, aksine var olduğunu, yaşadığını geride bıraktıkları ile ortaya koyduğu eserler ve ürettikleri ile kanıtlamasıdır. Asıl amaç, üretmek, yazmak, mücadele etmek ve yaşamaktır. Çalışmalarınızda başarılar diliyor ve bu güzel analiz için size içten teşekkürlerimi sunuyorum.
Yaşar Gökay Üzümcü
Anıl bey, yorum ve özetiniz için teşekkür ederim. Dahası Gogot’un tanrı ( rolünde ) olduğuna da katılıyorum.
Gülesin Yiğit
Mükemmel anlatılmış. Oyuna hayran kalmıştım.✌?
Seda
Analiziniz gerçekten başarılı. insanoğlu sadece yaşama olayını gerceklestirmek için yaşıyor.içinde ki boşluk giderek daha da büyüyor.
Ama bilmiyor ki boşluğun boyutu yoktur.
Çiğdem
Merhaba Anıl, yazı için çok teşekkürler. Godot, tanrı olarak yorumlanabileceği gibi, insanın eksikliğini hissettiği ve harekete geçmemesine bahane olarak kullandığı şeylere gönderme de olabilir. (Adım atmak için hep bazı arzularımızın tatmin olmasını bekleriz, daha özgüvenli olmak, zengin olmak gibi.)