Lütfen çocuklarınızı dinleyin. Belki onlar yerine asıl değişmesi gerekenler sizlersinizdir.
LGBT annesi
Öncelikle eğer LGBT ne demektir, gey ve transseksüelin ayrımını tam bilmiyorum diyorsanız, linkle tıklamanızı öneriyorum.
LGBT diye bir şey yoktu, bunlar 21. yy. adetleri diyorsanız: gazetebilkent.com/2014/12/10/atalarimizla-homoseksuellik/
İnsanın, kendini kendine dahi anlatamaması, kendini kendinde arayamaması kadar acı verici bir durum olamaz sanırım. Hayatta her insanın -ama her insanın- en şairinden en sahtekarına, en fakirinden en sevdalısına kadar herkesin, o ya da bu şekilde kendini ifade edebiliyor olması çok temel bir sıradanlık içerisindeyken hayatta birbirimizin fikirlerine çektiğimiz millerin geri dönülmez sonuçları olabiliyor.
Üniversite sınavında derece yapıp ailenin ‘üniversite’ tahsili yapan bir tanecik aslan oğlu olduğunuzda mesela… “Baba benim sevdiğim bir erkek var” demeniz o gece ailenizle yaradan arasında kurulacak diyalogun oldukça değişmesine yol açacaktır.
İzlediğimiz hemen her dizide veya filmde gey olan erkek, kadına benzer şekilde çizilir, yani kadınsıdır. Birçoğunun aslında makyaj yaptığını -nedense hep en patlak renkli kırmızı ruj sürülür- elbise giydiğini, pamuktan gizli gizli göğüs yaptığını, sesini incelttiğini gözlemleriz. Bu durum daha homoseksüel ile transseksüelin ayrımını dahi yapamayan medyanın ve sinema kültürünün LGBT’ye yaptığı büyük bir ayıptır aslında.
Elinde tuttuğu bilginin büyük bir kısmını dizilerden alan bir toplumda homoseksüelliğin yanlış lanse ediliyor olması, cinsel kimliğini bir gün ailesine açıklaması gereken birinin işini nasıl da yokuşa sürmektedir!
Misal, bir anne oğlunun gey olduğunu öğrenir, annenin oğluna vermiş olduğu tepki “Ben oğlumu yıllarca erkek sanmıştım, meğer o bir… o bir…” (Bu esnada annenin sesi titrer, annenin gözleri dolar ve etrafa ‘ben nerede yanlış yaptım’ bakışı atılır.) Anne sözünün devamını getiremez ve sanki yer kürede ne kadar az hacim kaplarsa acısı bir o kadar küçülecekmiş gibi sandalyeye yığıldıktan sonra kollarını önünden birbirine kavuşturarak kamburu çıkmış bir şekilde öne arkaya sallanmaya başlar. Fakat Türk filmlerindeki gibi “Seni evlatlıktan reddediyorum” demek bir o kadar manasızdır çünkü bir kişiyi evladınız olarak gösterdikten sonra onu bir daha evlatlıktan çıkaramıyorsunuz.
İnsanın kendi cinsel kimliğini açıklaması kadar doğal ve normal bir durum, büyük bir utanç ve bunun da ötesinde sapkınlık olarak görülmektedir. Oysa hiçbir çocuk küçükken ailesine heteroseksüel olmak için söz vermemiştir. Eğer bir anneyi ve babayı çocuğun dürüst, karakter sahibi ve kendi ayaklarının üzerinde durabilen biri olması mevzularından ziyade çocuğunun penis-penis, penis-vajina, vajina-vajina ikilemleri daha çok dertlendiriyor ve ilgilendiriyor ise -kusura bakmayın ama- asıl sorunu anne ve babada aramak gerekmektedir.
Türk toplumunda en muhafazakarından en ateistine, en milliyetçisinden en komünistine kadar hemen her aile çocuğunun heteroseksüel olmasını diliyor. Örneğin, kendini ‘batılı’ olarak gören, her zaman modernliğine övgüler dizen, Hayat Güzeldir filminde ağlayıp Nazi faşizmini kınayan, kendini bilgili kültürlü azınlık olarak nitelendiren aileler dahi çocuklarının LGBT bireyi olduklarını duymak istemez, bilseler daha görmezlikten gelip hakkında konuşmazlar.
Amacım aileleri kınamak değil aslında. Hayatta kimse standart sapma olmak istemez çünkü. Başkasının belirlediği normal olanı yaşamak daha kolaydır her şeyden önce. Bunu bugün ben, tüm bu belirlenmiş doğrularının ötesinde biri olarak anlayabiliyorum. Fakat annemi babamı, eşimi dostumu da normlar çemberinden biraz olsun çıkartıp o farklı dünyaya biraz olsa da dokunmalarını istiyorum. Zira eğer siz de bu yazıyı buraya kadar okuduysanız bunu başarabildiniz demektir.
Buraya Benim Çocuğum isimli belgeselin tanıtım videosunun linkini koyuyorum. Benim Çocuğum, Türkiye’de çocuklarının birer LGBT olduğunu öğrenen ailelerin duygu, düşünce ve deneyimlerini paylaştıkları bir belgesel. Bir fotoğraf, bin sözcüğe; bir belgesel ise bunların çok ötesine bedeldir, zannediyorum.
Faruk
Ben bütün sorunu, islamiyet çerçevesinde şekillenen Türk kültüründe görüyorum. Elbette eski Türk kültürümüzde de eşcinsellik iyi karşılanmıyordu ama en azından bu değişebilirdi. Şimdi ise aşılamayan ilerlenemeyen 1400 yıl öncesinde kalmış inanç çerçevesinde bir kültürle yoğuruluyoruz. Eğer bundan kurtulabilirsek eminimki Türk kültüründeki olması gereken ilerlemeyi görebiliriz. Bütün sorun dinlerin insanları, yaşamlarını ve kültürlerini düzenlemesi. İnançlar inanç olarak kaldığı sürece, toplumu, siyaseti şekillendirmediği sürece bu tür sorunlar çok rahat çözülecektir. Tarihe baktığımızda bilimin bile önündeki en büyük engelin dinler olduğunu görmemek için kör olmak gerek.