Portakal ağaçlarıyla çevrili, mis kokulu yolların, masmavi denizle birleştiği, küçük bir bölge düşleyin. İçinde yaşayan ve günlük hayatını sürdüren insanlar bir de. Samimi ama mütevazi hayatları birbirinin içine geçirin. Size böyle bir yerden bahsediyorum çünkü. Akdeniz’le Güney Anadolu Bölgesi’nin kesiştiği, kışın ancak yağmur yağan sıcacık bir yer düşleyin. Hayatımın on altı – on yedi yılının şubat tatillerini ben işte orada geçirdim. Ankara’nın soğuk ve ciddi grisinden bir hayli uzak bir yerde. Samimiyetin ve sıcaklığın temel duygular olduğu bir yerde. Her on beş tatil oradaki arkadaşlara kavuşmak ve huzuru yaşamaktı.
Bizim gibi büyük şehirlerde yaşayan insanlar için kaçamak bir yer Dörtyol. Adana’ya bir saat uzaklıkta ve büyüsü çok başka. Orada yaşayan hayatların gözünden bakarsam eğer çok da sevmeyebilirdim. O zaman bu yer bir çıkış noktası da olmazdı bana. Küçücük bir yer burası çünkü Botaş Dörtyol tesisleri. Düşünün komuşularınız hep aynı, yaşadığınız yer küçük bir alan. Büyüdükçe küçükken çok sevdiğiniz bu alan daralmaya ve boğmaya başlayabiliyor sizi. Anneler yarıştırıyor çocuklarını, dedikodular alıp başını gidiyor ve insanların da büyümesi değişen duygulara sebep oluyor ya..
Bense dışarıdan baktığımdan ve hep çok renkli ve samimi bulduğumdan güzel şeyleri anımsıyorum, anlatıyorum. Mesela bu mis gibi deniz yarım saat uzaklıktaki İskenderun’da birleştiğinde unutulmaz bir manzara ortaya çıkar. Kıyı şeridinin güzelliği sizi sizden alır. İskenderun özgürlük kokar, umut kokar, huzur kokar. Banklar, cıvıl cıvıl insanlar, gülümsemeler, el ele gezen çiftler, aileler hep kıyı şeridini doldurur İskenderun’da. Elinize aldğınız bir şişe bira, çerez ya da çayınızla denize karşı oturduğunuz cafeler, üstünüzden geçen martılar, şubat ayında bile içinizi ısıtan güneş ve güzelliğine doyulmaz deniz manzarası keyfinizi katmerler… Sonra şehrin içini gezmeye çıkarsınız; birbirine bağlı sokaklar, iç içe geçen caddeler, kuyumcu dükkanları, şalça satan satıcılar şehri dolaştığınız gibi alışverişizi de tamamlarsınız. Sonra da ver elini İskenderun’un en güzel pastanesi; Petek Pastanesi… 1942 yılından beri İskenderunlu’lara hizmet veren ve vitrini her daim birbirinden lezzetli tatlılarla dolu, sımsıcak bir pastane. Bir yandan nostalji havasını taşıyan bir yandan da modern çağa uyum sağlayan bir pastane. Ne yerseniz yiyin hepsinin çok lezzetli olacağının tavsiyesini verebilirim. Kıyı şeridinde de şubesi var ama şehrin içindeki yeri bambaşkadır.
İskenderun dışında bir başka kaçamak noktası da Adana’dır. Biraz kuru olsa da, iklimi Ankara’nın soğuğundan yılmış bizler için sımsıcak bir kale işlevini görür. Çok kalmamış eski çarşıları farklı zamanlara seyahate çıkarır sanki sizi. Lezzetli yemekleri alır döndürür başınızı. Bir de Ankara’da çok tanıdık olmadığım bir gelenek vardır orada. Tatlıcıların vitrinleri dışarıya açıktır. Böylelikle yoldan geçen insanlar, küçük kağıt parçalarına yiyecekleri tatlıları sarıp yolun kenarında yiyebilirler. Kimsenin kimseden hesap sormadığı, bir dolandırıcılık beklemediği bir şehirden bahsediyorum. Tatlısını yiyen, parasını öder ve gider. İsterseniz vitrinden şeçtiğiniz tatlıları tabağınıza koydurur ve o lezzetin içinde kaybolursunuz. “İkizler” tatlıcısı lezzetiyle bende fark yaratmıştır. Öyle ki özellikle orada yediğim irmik tatlısının tadını hiçbir yerden alamam.
Gittiğiniz bu büyülü yerde bir sürü fotoğraf çekin ki oranın huzuru o fotoğraflara baktıkça geri gelsin. Eski hatıraların ilmek ilmek örüldüğü bu yerler insanı derinden etkililiyor. Oradaki hayatları görmek ve kendi hayatınıza ufacık bir es vermek eminim sizi de benim kadar mutlu kılacaktır..
Keşfetmek için iyi yolculuklar!