“Bazen başladığın yere dönebilmek için dünyayı dolaşman gerekiyordu.”

Elinize aldığınızda bırakamayacağız bir kitap düşleyin. İçinde hayatı barındıran, bir yandan üzerken; bir yandan mutlu kılan. Öyle bir roman olsun ki o, akıcılığıyla sarıp sarmalarken sizi, bir de şahit etsin yaşananlara. Kahramanla birlikte geçmişe gidin, sonra şimdiye misafir olun. Onun gözleri ayna olsun size ve onun anlattıklarıyla bakın çocukluğuna; gençliğine, ilk aşkına ve dostuna.

Elinizde tutarken onun bir kitap olduğunu unutup; bir dost sohbetine katıldığınızı düşüneceksiniz. Hande Altaylı’nın “Aşka Şeytan Karışır” ve “Maraz” adlı romanlarından sonra 2012 Nisan’ında yayınlanan üçüncü romanı “Kahperengi” işte tam bu tanımları karşılıyor. Aylardır çok satanlar listesinden inmeyen roman; aşk, nefret, kıskançlık temalarını geçmişle harmanlayıp kadere ve hayata yöneltiyor sitemlerini.

Her kitapçıya gittiğimde o dolu dolu rafların arasında dolanırken hep kendi kendime mırıldanırım “bu kadar çok kitap var, hepsini okumak istiyorum ama mümkün mü bu” diye. Hepsinin kapağı ayrı, baskısı ayrı, kokusu ayrı, vaad ettikleri ayrı. Yüzlerce kitap işte, hepsi de özel bir yere sahip olmak için alınmayı bekliyorlar raflarda. Adını bir yerlere not ettiğim kitaplara daha özel bir ilgiyle yaklaşıyorum ben. Yazın sonlarında Kahperengi’yle alakalı çok alıntı görmeye başlamıştım sosyal medyada. Paylaşılan birkaç satır da merakımı arttırmıştı çünkü yalınlığına rağmen gerçeği getiriyordu gözlerimin önüme.“Herkesin kıymeti kendine koptuğundan ve herkesin yangını kendini yaktığından içinde olduğunuz karanlığın ne kadar koyu olduğunu kimse görmez. Geçer derler sadece bilmiş bir tavırla, geçer merak etme. Doğrudur söyledikleri gerçekten de geçer ama ancak sen tek başına o karanlıkta yeterince uzun süre yürüdükten sonra.” Merak her şeyidir ya insanın, böyle almıştım Kahperengi’yi kitapçı raflarından işte.

Küçük bir Ege kasabasının azla yetinemeyen insanlarına, kan bağının aile ettiği sevgisizleşmeyi ana meseleleri yapmış insanlar topluluğuna, hayata dair umutları olan Narin’e tepki koyan Kahperengi algı biçimlerini ve büyümeyi anlatıyor bugünle dün arasında gidip gelerek. Kullandığı dilin açıklığına karşı öyle büyülü anlatımlarla betimlemeler sunuyor ki yazar, etkisine kapılmamanız imkânsız. Narin’in ailesini anlatırken elinden tutup, ona güç vermeye çalışıyorsunuz. Bugünü etkileyen eski aşk meselesinin girdaplarına savrulabiliyorsunuz Narin’le beraber. Gel-gitler yaşatıyor Narin’in duyduğu acı, özlem ve nefret ne zaman karışırlarsa birbirlerine. Dibine kadar mutsuzluğa boğulmuş ailesinde buluyorsunuz Narin’i. Ayrılığın, acının, kıskançlığın ortasında, çevrenizde şahit olamayacağınız bir dostluğa dokunabiliyorsunuz kalbinizle. İçinde biriktirdiği duygu durumları kumbaraya biriken bozuk paralar gibi boğazda düğümleniyor.

Romanın içinde aşk dokusu büyüyor, kurguyla derinleşiyor. Hande Altaylı’nın diğer romanlarını da okunacaklar listesine ekledim bile ben. Bir ara duyduğum bir habere göre “Kahperengi” dizi olacaktı. Tutan kitaplara ve aşk hikâyelerine sevdalı olan çok yapımcı olunca Türkiye’de bu da olur diyorum. Ancak benim tavsiyem televizyona düşmeden değebilmeniz içine. Sonra birgün televizyonda gördüğünüzde çok hafif kalacaktır hissedebileceğiniz her şey.

Leave a Reply