Yoğun bir tarihle burun buruna geldiğiniz yer Ankara Sanat Tiyatrosu. Kızılay’da kendine has, küçük, sıcacık ve sevimli yapısıyla karşılıyor sizi kapıdan girer girmez. Bir kutu kadar küçük ama bir labirent gibi sır dolu. Eskiye götüren, keyifli ama bir o kadar hüzünlü bir yolculuk sunuyor duvarlarındaki eski oyun afişleri. Oturma salonu Paris’in sokak kafelerini andırıyor. Eski tarzda döşenmiş koltuklar, kanepeler, tiyatro sahnesinde daha önce kullanılmış dekorlar ruhunuzu sarıyor tanıdık bir hisle.
Bin bir usta sanatçı, bin bir yetenek sunuyor Ankara Sanat Tiyatrosu 50 yıldır. Sahnelerin çınarlarını yetiştiriyor; şair, oyun yazarı, yönetmen, oyuncu, besteci ayırmadan. Bugünün birçok usta oyuncusu AST’ın yollarından geçti. Genco Erkal, Rutkay Aziz, Cezmi Baskın, Altan Erkekli, Altan Gördüm sadece birkaçı. Birçok şeye alternatif kurulan Ankara Sanat Tiyatrosu, hiç dinmeyen dinamiği, enerjisi ve isteğiyle ayakta duruyor.
Asaf Çiyiltepe ve arkadaşları, bağımsız, ticari amaçsız ve niteliksel olması için kurmuşlardı Ankara’nın ilk özel tiyatrosunu. Yenilikçi, devrimci ve ısrarcıydılar. Belki de bu yüzden önüne çıkan engelleri aşmaktan yorulmuyorlardı. 1972 yılında Hitler Almanya’sını eleştiren bir oyun sahnelenirken sıkıyönetim el koydu tiyatroya. Sakıncalı bulduğu için süresiz kapanıyordu tiyatro. Bütün bunlara karşı dediğim dedikti AST, direnmenin sembolüydü o. Yaman Okay, Mümtaz Sevinç, Savaş Dinçel, Kamuran Usluer, Can Yücel, Mehmet Akan gökyüzünde yıldız olurlarken şimdinin yetenekli sanatçılarına Mahir İpek, Hakan Güven, Mehmet Ulusoy, Özgürcan Çevik ve Erdem Ulusal’a miras bıraktılar işte bu direnci.
Televizyonun büyüsüne kapılanlar tiyatrolardan uzaklaştılar bir zaman. Kuşkusuz kan kaybetti tiyatrolar ama bu yeniden soluk almak için bir es’ti sadece. Onlar çok daha fazla insanı kucaklayarak geri döndüler. Daha istekli, daha azimli, daha üretken, daha cesurdular belki de. Çoğu oyun kapalı gişe oynuyordu yıllarca. Seyirciler izlerken sahnede yaşananların içinde buluyorlardı kendilerini. Oyunu kuran, yaşarken meselesini teri, emeği, gözyaşı, kahkahası seyircisinin yüzünden akıyordu.
İnsanı insana anlatan tiyatroydu ve içselleştirilmeden kendini özgür kılamazdı o. Üstüne düşünmeden, kafa yormadan serbest kalamazdı. Herkes her zaman gidemezdi ama bilirdi tiyatronun orada olduğunu. Oysa şimdi bir korku var. Tiyatronun üstünde korkunun gövdesi var; baskının ve yasağın tehdidi var. Şehir tiyatrolarında yönetimi değiştirme hareketiyle başlayan planlardan sonra tiyatrolar bugün maddi desteği kesme tehdidiyle boğuşuyor. Sadece şehir ve devlet tiyatroları değil artık özel tiyatrolar da hedefin içinde. Yetmiş beş yaşında, ömrünü tiyatroya adamış bir adam, arkadaşlarıyla yıllar önce kurduğu Dostlar Tiyatrosu’nu ayakta tutmanın ötesinde, her gün yeniden can veriyor. Yirmi üç yıldır oyunlarını Muammer Karaca sahnesinde sahneleyen Genco Erkal birkaç gün önce bu sahneden çıkartıldı. Binanın teknik yapısının bozuk olması bahane gösterilerek kapısına kilit konuldu. 1950 yılından beri çeşitli tiyatro toplulukları tarafından kullanılan sahnenin geldiği son nokta acı verici. Şimdi beş gün arda arda hiç durmadan, yorulmadan tiyatro sahnesinde var olan adam, kendine oynamak için sahne arıyor; dekorları da kamyona tıkılı halde peşinden geliyor.
Bir diğer benzer örnek ise ünlü tiyatrocu Emre Kınay’ın başında birkaç haftadır. Duru Tiyatro’nun kurucusu Emre Kınay, Kadıköy Anadolu Lisesi’ndeki sahnesinden çıkartılmak üzere. Yıllardır aynı sahneyi kullanan Duru Tiyatro okul yönetimince kovulmak isteniyor. Sosyal medyadan Emre Kınay’a destek kampanyaları yağarken bir yandan da okulun bu hareketinin nedeni araştırılıyor. Okulun içinde bulunan bir tiyatro sahnesi yarar sağlamaktan başka ne yapabilir ki?
Sesler birikmeye çalışıyor, duyurmak için kendilerini. Şehir tiyatroları sorunuyla başlayan karabasan gün geçtikçe şiddetini arttırıyor. Tiyatrosuz hayat düşünülebilir mi? Benim için eli kolu bağlı, gözü dünyaya kapalı hale gelmek demek bu hal: Kendinden vazgeçmek, soyutlanıp gitmek demek.
Tiyatrolar maddi güçlük çekmelerinin yanı sıra; şimdi var olma savaşı da veriyorlar baskıya karşı. 50 yıl boyunca zaman zaman kapatıldığı halde fikirlerinden ödün vermeyen AST örnek alınmalı, hem oyuncular hem seyirciler tarafından. Gelenlerin gidenleri aratmadığı bir yer AST. Sahneye koyduğu “Giderayak”, “Zübük” ve “Selamün Kavlen Karakolu” oyunlarıyla bir Türkiye portesi çiziyor. Hani şu ağlanacak halimize gülüyoruz dediğimizden; kara komedi ama öylesine de gerçek işte.
Yanlışlıklar ülkesinde kaybolup gitmek istemiyorsanız, özgürlüğünüze gem vurulmasını istemiyorsanız, tiyatronun sesine kulak verin ve ‘çığlığı’ milyonlara duyurun.
Geç olmadan, pişman olmadan!
Keyifli seyirler.