‘The Dark Side of the Moon’; efsane grup Pink Floyd’un Mart 1973 çıkışlı efsane albümü… Dönemin en gelişmiş kayıt teknikleri kullanılarak kaydedilmiş, 45 milyondan fazla satmış, 740 hafta boyunca listelerde kalmış bu albümün istatistiklere göre dünya üzerinde dinlenmediği bir dakika yok.
Benim en sevdiğim Pink Floyd albümü olduğunu söyleyemeyeceğim. Ancak modern yaşamın insanlar üzerindeki etkilerini anlatan, ölüm, para, korku ve zaman temalarını işleyen şarkı sözleriyle, insanı derinden etkileyen müziğiyle, daha önce rock müzikte kullanılmamış sıradışı ses teknikleriyle ve ikonik albüm kapağıyla bu albüm ‘efsane’ kelimesinin tüm sorumluluğunu taşıyabiliyor. Bu ay, Pink Floyd için bir milat olarak kabul edilen ‘The Dark Side of the Moon’ albümü 40. yılını kutluyor.
Peki bu albüm, grup için niçin ‘milat’ niteliğinde?
Aslına bakılırsa Pink Floyd, eserlerinin müzikal gelişimi bakımından; Syd Barrett’lı ‘Psychedelic Rock’ dönemi, Syd Barrett’sız ‘Progresif Rock’ dönemi ve Olgunluk dönemi olmak üzere üç başlıkta incelenebilir.
Grubun kuruluşunun ilk yıllarında en ön plandaki isim, grubun gitaristi ve dört kurucusundan biri olan Syd Barrett’tır. Çıkardıkları ilk albüm ‘The Piper at the Gates of Dawn’daki 11 şarkıdan 9’u kendisine aittir, bu nedenle grubun tarzını büyük oranda o belirler. Pink Floyd’un, kuruluşunun ilk yıllarında bir ‘psychedelic rock’ grubu olarak nitelendirilmesinin sebebi de Syd Barrett’tır. Türkçe bir karşılığı olmamakla beraber, ‘psychedelic rock’, uyuşturucu etkisinde üretildiği düşünülen, doğaçlama yönü ağır basan, dışavurumculuk akımının müzikal yansıması olarak da tanımlanabilecek bir müzik türüdür. Anlaşıldığı üzere, Syd Barrett’in, yaptığı müziğin tarzını etkileyecek ciddiyette uyuşturucu sorunu vardır. Hatta bu sorun çok geçmeden kendisinin gruptan ayrılmasına neden olacak ve grup için yepyeni bir dönemin başlamasını sağlayacaktır.
1968- 1972 yılları arasında, Syd Barrett’in ‘psychedelic’ etkilerinden sıyrılan grup, yavaş yavaş kendi tarzını keşfetmeye başlar. Bu dönemde Roger Waters ön plana çıkar. Benimsedikleri ‘progresif’ yani sözlükteki karşılığıyla ‘ilerleyen’ rock tarzının etkisinde; giriş, nakarat gibi standart şarkı kalıplarını kırıp, müziklerinin teknik ve kompozisyon sınırlarını genişletirler. Bu dönemde kullandıkları, epik hikayeler anlatan ve bir bütünselliği olan şarkı sözleriyle ‘The Dark Side of the Moon’ ve ‘The Wall’ gibi grubun olgunluk dönemi albümleri için bir temel oluştururlar.
‘The Dark Side of the Moon’ (1973) albümü ile Pink Floyd, olgunluk dönemine girer. Bu albümle birlikte grup altın çağını yaşamaya başlar. Ardından gelen ‘Wish You Were Here’ (1975), ‘Animals’ (1977), ‘The Wall’ (1979), ‘The Final Cut’ (1983) gibi albümleriyle de büyük başarılara imza atar. Bu nedenle ‘The Dark Side of the Moon’, Pink Floyd için ‘milat’ olarak kabul edilmektedir.
Çıkışının ardından 40 yıl geçtikten sonra yani 24 Mart 2013’te de; hayranların grubun resmi internet sitesi www.pinkfloyd.com‘a yapmış oldukları ‘The Dark Side of the Moon’ temalı gönderiler ve #DarkSide40 hashtagli tweetlerle albümün 40. yılı kutlandı.
Pink Floyd ile ilgili bu kadar bilginin üzerine hatırlatmadan olmaz; 4 Ağustos 2013’te Roger Waters ‘The Wall’ turnesi kapsamında İstanbul Teknik Üniversitesi Stadyumunda hayranlarıyla buluşacak. İlgililere duyurulur.