Tozlu, eski bir sahafın en eski ve en alt rafında tanışmıştım Kurt Vonnegut ile. O zamanlar lisedeydim. Üzerinden çok zaman geçmedi. Merak etmeyin. Mavi Sakal ile başladım Kurt ile arkadaş olmaya ve bir daha da ayrılmadık. İkinci Dünya Savaşı’nı görmüş çok arkadaşım olmuştu. Ben değilim ama ruhum eski. Kurt Vonnegut, eserlerinin içindekilerden ziyade üslubundan etkilendiğim bir yazar oldu her zaman. Hınzırca yazardı. Keskin zekâsını cümlelerinde hissedebilirdiniz. Kırk tane tilki dolaştırırdı kafamızda da haberimiz olmazdı. Raflardan atlar durur hala Mavi Sakal, seneler önce okuduğum, karakterlerinin ismini ve hikâyenin örgüsünü hatırlamadığım halde yazım tekniğini hâlâ hatırlarım. Mezbaha 5 de bu kitaplardan biriydi ve aklımdan hiç çıkmayan kitaplardan biri olacak. Dresden bombardımanına şahit olmuş ve bunu kitaplaştırmak için kapı kapı gezen Billy Pilgrim’in hikâyesi anlatılır Mezbaha 5’de. Bir gazinin zihninde dolaşmaya başlarsınız kitap kapağını açar açmaz.
Bir zaman çekirgesi gibidir Billy Pilgrim. Gözünü kırpmasıyla yılların üstünden atlar 1965’e gider oradan atlar 1951’e. Bazen buzun ortasında donmak üzere rastlarsınız. Öyle okursunuz ki ayak damarlarınız büzüşür. Yutkunamaz, gözlerinize buzların battığını hissedersiniz. Sonra derin bir nefes… Hop sıcacık anne kucağı… Yaşasın süt! Yaşasın anne! Anne. Anne? Neredeydi şimdi annesi. Yılların birinde ölmüştü. Annesinin ölümüne yılların olduğu bir gün Billy gene o kaybetme korkusunu yaşamıştı. Hastaydı annesi ve ölmesi bekleniyordu. Tabii o zamanlar Billy zamanda yolculuk yapamadığı için bu korkunun boşuna olduğunun farkında değildi. Keşke ben de bir zaman çekirgesi olabilseydim de hissetmemem gereken duygularla uğraşmak zorunda kalmasaydım. Zavallı ben, zavallı biz… Neden mi böyle yazıyorum? Kurt’ün cümlesiyle açıklayayım bunu size; çünkü diyor Kurt; bir katliama dair aklı başında bir laf etmek mümkün değil. İşte ben de onu diyorum. Kim aklı başında da ben aklı başında bir laf edeyim. Üstelik de ödev olmayan bir gazete yazısında? Çok beklersiniz. Koskaca Kurt uça zıplaya yazmış Amerikan Edebiyatı’nın kültü denilen kitabı. Pehey bana mı düştü aklı başında cümle yapılarıyla, sözcükler. Zaten aklımın başında olduğundan emin olamaz oldum. Mutsuz olamayacak kadar şanslı. Mutlu olamayacak kadar da çamurun içindeyim. Domuz olmayı diler oldum. Çamurun içinde keyifle homurdanmak isterdim. Domuzlar rahat sanki. Katliam her yerde. 21. yüzyıl Türkiye’sinde yaşıyorum ben ve durum Dresden’den pek de farklı değil. O yüzden bu aklı başımdasızlığım. Bir katliamın içindeyken insan ne kadar hüzünlenip ne kadar mutlu olabilir ki? Sadece hissizleşir donmak üzere olan Billy gibi. Hala ciddi olmam gerektiğini düşündüğüm anlar oluyor ama sonra aklıma Mezbaha geliyor. Adam 2. Dünya Savaşı’nı anlattığı kitapta, altmış santimetre boyunda tuvalet pompasına benzeyen Tralfamador adlı bir gezegenden gelen canlılardan bahsediyor. Tuvalet pompası ne kadar ciddi olabilir? Haksızlık da etmemek lazım karşıdaki bir tuvalet pompası da olsa. Felsefeleri olan yaratıklar onlar. İnsanların öldüklerinde sadece ölmüş göründüklerine inanırlar mesela. ‘‘Ölen kişi geçmişte gayet yaşadığından cenazelerde ağlamak saçmadır’’ (Vonnegut, 34) ya da gelecekte zaten ölmüş olacağımızdan ağlamamak saçmadır. Evet. Ben tuvalet pompası kılıklı bir yaratık kadar olumlu değilim. İnsanın tuvalet pompası olası geliyor. Şakaydı. Zaten yeterince pisliğin içinde değil miyiz? Bir de pompalamaya gerek yok.
Mucizevi bir yetenek bahşedilmiş bir yazarı anlattım size. Ne kadar faydalı oldu bilemem. Fayda da değildi zaten amacım. Yazmak ve aklımdan çıkmayan Kurt’ü ve eserlerini paylaşmaktı sadece. Dille oynayan insanları hep çok sevdim. Kelimeleri gelişine kullanışlarını ve bir paragrafı tekrar okutmak zorunda kalan noktasız, virgülsüz yazıları hep çok sevdim. Kelimeler sadece bir araçtı ve ben onları alfabetik sıraya dizmek istemeyen bir otomobil tamircisinin çırağıydım. Elime geçen aleti ustaya verir, bazen azar işitir, bazen de takdir alırdım. Bence dil Kurt için de bir tornavidaydı ve o, o tornavidayla kocaman bir uzay mekiği yaratıyordu. Hayat, bazen bir tornavidayla idare edilebilecek kadar basit oluyordu. Aslında zaten hep basitti, sadece biz aletlerin içinde kaybolmuştuk.