Kazancakis’in Zorba’sından “Anadoluluk” Kavramına Bir Bakış

Bir zamanlar diyordum ki: Bu Türk’tür, bu Bulgar’dır ve bu Yunan’dır. (…) İster Bulgar olsun, ister Rum, isterse Türk! Hepsi bir benim için. Şimdi iyi mi kötü mü yalnız ona bakıyorum. (…) Ulan, ister iyi ister kötü olsun be! Hepsine acıyorum işte… Boş versem bile, bir insan gördüm mü içim cız ediyor. Nah diyorum, bu fakir de yiyor, içiyor, seviyor, korkuyor, onun da tanrısı ve karşı tanrısı var, o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek… Hey zavallı hey! Hepimiz kardeşiz be…” (Zorba, 256-257)

Nikos-Kazancakis-Zorba[1]

Ahmet Angın tarafından Türkçeye çevrilen Zorba, bir Rum entelektüelinin babasından kalma linyit madenini işletmek için Girit’e yolculuk ettiği sırada karşılaştığı, girişkenliği ve neşeli tavırlarından ötürü dikkatini çeken Aleksi Zorba’nın kendine özgü hayat felsefesi üzerine kuruludur.

1883 yılında Osmanlı İmparatorluğu toprakları içerisindeki Kandiye –şimdiki adıyla Heraklion- şehrinde dünyaya gelen Yunan yazar Nikos Kazancakis’in 1946 senesinde yayınladığı Aleksi Zorbas’ın Hayatı ve Maceraları adlı eseri Türkiye’de ilk olarak 1963’te Ahmet Angın’ın çevirisiyle Ataç Yayınları’ndan basıldı. 1867 ile 1942 yılları arasında yaşayan madenci George Zorbas’ın hayatından esinlenilerek yazılan Zorba, bir Rum entelektüeli olan Basil’in babasından kalma linyit madenini işletmek için Girit’e yolculuk ettiği sırada karşılaştığı, girişkenliği ve neşeli tavırlarından ötürü dikkatini çeken Aleksi Zorba’nın kendine özgü hayat felsefesi üzerine kuruludur. Yaşadığı uzun yıllar içerisinde edindiği tecrübelerden hareketle yarını pek umursamayan, anlık zevkler peşinde koşan, tasasız bir profil çizen Zorba’nın bu hayat anlayışı eserin yıllarca raflardaki saygın yerini korumasının nedenlerinden biri olmuştur.

Dönemin Girit köy yaşamını çeşitli yönleriyle yansıtan kitaptaki referanslarda Anadolu kültürüne ait birçok ögeye rastlamak mümkündür.  “Bağdaş kurmuş Türkler gibi oturan”, “bilenmiş bir Laz bıçağı taşıyan” şeklindeki insan betimlemeleri , Zorba’nın Basil’e zeybek dansını öğretmesi, köy kahvesinde laf bölen bir kişi için yapılan Karagöz benzetmesi  bu referanslardan bazılarıdır.

“Karagöz ve Hacivat” karakterleri ve Aleksi Zorba’nın sıkça oynayıp Basil’e de öğrettiği “Zeybek” dansı hem Yunanistan’da hem de Türkiye’de bilinir. Çeşitli Yunan kaynaklarında “Zeibekiko” kelimesinin Antik Yunan tanrısı olan “Zeus” ve Frigce’de ekmek anlamına gelen “bekos” kelimelerinin birleşiminden türediğini ve zeybeğin Yunan tanrılarını onurlandırmak adına oynandığını aktarılmıştır.[1] Onur Akdoğdu ise Bir Başkaldırı Öyküsü: Zeybekler adlı eserinde “Zeybek” kelimesinin Divanı Lügatı Türk’te geçen ve koruyucu zırh anlamına gelen “say” ile sağlam ve sıkı anlamına gelen “bek” sözcüklerinin birleşmesinden doğan bir kavram olduğunu iddia etmiş [2], tarihçi ve yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı ise zeybek kavramının, Lidya dilindeki “obekkos”, “tobekkos” ve “ibakki” kelimelerinden türediğini söylemiştir [3].

Shelf-life-...-Anthony-Qu-007

1964’te beyazperdeye aktarılan romandaki Aleksi Zorba karakterini Anthony Quinn canlandırmıştır.

Bir gölge oyunu olan “Hacivat ve Karagöz” temsilinin kökeniyle ilgili çeşitli fikirler bulunsa da, Pertev Naili Boratav’a göre, genel kanı Osmanlı döneminde Müslüman Türkler arasında ortaya çıktığı yönündedir [4]. Osmanlı tebaası olan Rumlar arasında “Karagiozis” ve “Hadziavatis” olarak ün kazanan bu karakterler, zamanla Yunan kültürüne adapte olmuştur [5].

Karagiozis

Gölge oyunu karakterlerinden Karagöz, Yunan folkloründe “Karagiozis” olarak bilinir.

Zorba’nın bağdaş kurduktan sonra  ekmeğine yağ ve bal sürüp yediğinin aktarılması da “Anadoluluk” kavramının kapsadığı örnekler arasında sayılabilir. Gerek coğrafi etmenler, gerekse yıllarca birlikte yaşamanın bir sonucu olarak –birçok Akdeniz ülkesinde olduğu gibi- eserde tarif edilen yeme içme kültürünün de Türkiye’deki günlük alışkanlıklar ile benzerlikler barındırdığı söylenebilir. Tuğrul Şavkay’a göre her iki kültürde de bal, kaymak, zeytin, tereyağı, yoğurt gibi ürünler kahvaltıda tüketilmektedir [6].

Anadolu’da aşağı yukarı her köyün bir delisi vardır. Genel işlevi getir-götür işlerini yapmak olan bu kişiler çoğunlukla köy kahvesinde ahalinin eğlence kaynağı olur. Zorba’da betimlenen Girit köyünde de Mimitos adında bir deli vardır. Köy sakinlerinin genelde alaylı bir dilde sorular sorduğu bu karakter, genelde birilerinden haber getirirken karşımıza çıkmaktadır. Kitapta kimi zaman bilgece sözler sarf eden Mimitos’un gözünden çeşitli olaylar anlatılmaktadır. Örneğin, anlatıcı karakter Basil’in temel olarak yaşama ve kadınlara bakış açısı birkaç sayfada Mimitos’un sözleriyle benzerlik kurularak aktarılmaktadır. Bu tekniğe Yusuf Atılgan’ın “Tutku” adlı öyküsünde de denk geliriz. Ege’de adı geçmeyen bir köyde geçen olaylar, zihinsel engelli Osman adlı karakter üzerinden okuyucuya aktarılır.

Kazantzakis_black_and_white

Yunan yazar Nikos Kazancakis, Aleksi Zorbas’ın Hayatı ve Maceraları (Βίος και Πολιτεία του Αλέξη Ζορμπά) adlı eseri 1946’da yayınlamıştır.

Eserde köy hayatını betimlerken Kazancakis, yeni yıl arifesinde köyün çocuklarının sokaklara dökülüp bahşiş almak için “kalanda” adı verilen manileri söylediklerini aktarır. Kendisi de Girit doğumlu olan çevirmen Ahmet Angın ise düştüğü dipnotta bu manilerin içeriklerinin ve işlevlerinin Ramazan manilerine benzerliğine dikkat çekmektedir.

Belki de en ilginç referans, Basil ile yaptığı ufak bir tartışmanın ardından Aleksi Zorba’nın Balıkesir yöresine ait “İki Keklik” türküsünü Türkçe olarak söylemesidir. Zorba, bu eseri “devecinin çölde söylediği türkü” olarak tanımlar.

Romanda birçok Türk karakterden söz edilmektedir. Zorba, çocukluk yıllarında öne çıkan bir figür olduğunu söylediği Hüseyin Ağa’yı şu sözlerle anlatılmaktadır:

“Bu, benim komşum olan ihtiyar bir Türk’tü; çok ihtiyar, çok yoksuldu; karısı da yoktu, çocukları da… Garibin biri; yemek pişirir, tahta siler, akşamüzeri de babadan kalma evine gelir, ninem ve öbür ihtiyar komşularla oturur, çorap örerdi… Ermiş bir adamdı bu Hüseyin Ağa. Bir gün beni dizlerine aldı, hayır duası edermiş gibi elini başıma koydu. “Aleksi,” dedi, “bak sana bir söz söyleyeceğim; küçük olduğun için anlamayacaksın; büyüyünce anlarsın. Dinle oğlum: Tanrı’yı yedi kat gökler ve yedi kat yer almaz; ama insan kalbi alır. Onun için, aklını başına topla Aleksi, hayır duam seninle olsun, dikkat et, hiçbir zaman insan yüreği yaralama!” (Zorba, 312-313).Zorba the Greek 13

Eserde sözü edilen bir diğer Türk karakter ise Selanikli Recep Efendi adında bir müzisyendir.  Santur çalmayı çok seven Zorba, bu Türk’ün kendisine santuru öğretme karşılığında hiçbir ücret talep etmediği için Tanrı’nın onu cennetine sokacağına inanmaktadır.

Sonuç olarak Nikos Kazancakis’in Zorba adlı eserinde yer alan bu ögeler, dönemin günlük yaşamına dair somut örnekler sunmasının yanında, Türk ve Yunan kültürlerinin uzun süre Anadolu coğrafyasında etkileşim halinde bulunmaları sonucunda birçok unsuru paylaştıkları, bir kısmını da kendi yaşam tarzlarına uyarladıklarını göstermektedir.

 

Kaynakça

 

[box_light]

[1] Kilpatrick, David. “Ethnomusicology”. Canadian Issue 3. (Eylül 1972): 577.

[2] Akdoğdu, Onur. Bir Başkaldırı Öyküsü: Zeybekler. İstanbul: Kişisel Yayınlar, 2004.

[3] Kabaağaçlı, Cevat Şakir. Anadolu Efsaneleri. Ankara: Bilgi Yayınevi, 2010.

[4] Boratav, Pertev Naili. Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği. İstanbul: Adam Yayınları, 1988

[5] Spatharis, Eugenios. “The Main Characters  in the Greek Shadow Theatre” (2009)  18 Kasım 2014 <http://www.karagiozismuseum.gr/en/figoures/index.htm>

[6] Şavkay, Tuğrul. Osmanlı Mutfağı. İstanbul: Şekerbank, 2003

[/box_light]

 

Leave a Reply