İlk uzun metrajlı filmi Sonbahar (2008) ile Türkiye’de ve dünyada çeşitli belgeselerden övgüler toplayıp otuz üç ödülle dönen yönetmen Özcan Alper’in, ikinci filmi Gelecek Uzun Sürer[i]. Yazan da yöneten de kendisi. Film ilk olarak Toronto’da ve Adana Altın Koza’da gösterilmiş ve yönetmenin de tahmin ettiği gibi eleştirmenler tarafından ilk filmiyle kıyaslamaya gidilmiş. Zaten Özcan Alper de reddetmiyor, Gelecek Uzun Sürer’in Sonbahar kadar kolay içselleştirilebilecek bir film olmadığını. Ama Altyazı’ya verdiği röportaj da şunu da ekliyor; “Çok sevenler de olabilir, hiç sevmeyenler de. Ama sevmeyen insan bile eğer filmi kafasında tartışıyorsa, o zaman ben kendimi amacıma ulaşmış sayarım.” [ii]
Ağıt toplamak ve bu ağıtları incelemek için İstanbul’dan Diyarbakır’a gelmiş Sumru karakterinin, daha doğrusu Sumru’nun yolculuğunun etrafında dönüyor film. Onun ağıt araştırması yaparken başka bir yolculuğa, arayışa sürüklenmesini izliyoruz. Sumru, örgütlü bir siyasal yaklaşımın içinde olmasa da bir şekilde gönül meselesi yüzünden olayların içinde. Sevgilisi Harun mücadelesine dağda devam etmeye karar verdikten sonra bile meseleye karşı bu mesafesini hep korumuş ama bir şeyler yapmadan da duramamış.
Sayısız işkencelere maruz kalmış, yakınlarının götürülüşü karşısında hiçbir şey yapamamış, babasını, kardeşini, kocasını, sevgilisini gözlerinin önünde yitirmiş insanlarla konuşuyor Sumru, onların seslerini ve görüntülerini kaydediyor, aslında bu sayede içindeki tanımlayamadığı sesi takip etmiş oluyor. Filmin bu kısımları belgesel niteliğinde; gerçek tanıkların videoları, ses kayıtları, arşiv malzemeleri… Film kurmaca yöntemini belgesel materyallerle harmanlamış bir nevi.
Filmin başrolundeki Gaye Gürsel’in (Sumru) ilk sinema projesi Gelecek Uzun Sürer. Ahmet’i canlandıran Durukan Ordu da, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda oyuncu, aynı zamanda Dil veTarih-Coğrafya Fakültesi’nde Temel Oyunculuk dersleri veriyor. Bir de yıkık dökük Ermeni kilisesini bekleyen Anto Dayı rolünde Sarkis Seropyan var. Gazateci Seropyan Agos gazetesinin kurucularından ve halen bu gazetede çalışıyor. Diyarbakır’ı da filmin karakterlerinden biri gibi düşünen Özcan Alper, demirciler çarşısını ve bu kiliseyi filme dahil etmeden Diyarbakır’ı resmedemeyeceğini düşünmüş. Çünkü sadece kürt meselesiyle kentin ruhunun ifade edilemeyeceğine inanıyor.
Filme dair beni en çok etkileyen şey sanırım müzikleri oldu. Gaye Gürsel’in aşırı soğuk oyunculuğu ise Sumru karakterini anlamamı epeyce güçleştirdi. Bir de şehre karşı biraz haksızlık edildiğini düşünüyorum, sokaktaki insan neredeyse hiç gösterilmemiş, elinde ses kayıt cihazıyla dolaşan Sumru’ya damdaki teyzenin müdahalesi dışında hiçbir şey görmüyoruz. Kapanış sahnesi ise uzun yıllar aklımdan çıkmayacak gibi; Sumru’nun gölün etrafındaki yürüyüşü ve yükselen müzik…