1 Aralık Perşembe, İletişim ve Tasarım Bölümü’nün bir atölye programıyla üniversitemize gelen yönetmen Serdar Akar biraz sinema, biraz dizi sektörü derken iki saatin nasıl geçtiğini anlayamadığımız samimi ve eğlenceli bir konuşma gerçekleştirdi. Konuşmasına üniversite yıllarıyla başlayan Akar, Mimar Sinan Üniversite’sine girişini, sonrasında sektöre nasıl dahil olduğunu anlatmaktan hiç çekinmedi. Sırf üniversiteye girmek adına girilmiş ilk bölümden sonra, 1987 yılında ikinci üniversitesi olarak Mimar Sinan Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü’ne girmiş ve 2000 yılına kadar da burada öğrenimini sürdürmüş. Bu nedenle konuşmasının başlarında, ne istediğini bilip tüm ceremelerine rağmen o yolda ilerlemenin ne kadar önemli olduğunun altını çizdi. Yönetmen, sadece kendi alanı için sınırlamadığı okurken çalışma mevzusunun da altını çizdi. Serdar Akar da üniversitenin ikinci sınıfı itibariyle kendini çalışma sektörüne atıp, okulu uzatmak pahasına da olsa çalışmaya devam etmiş. Hatta “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar”ı çektiğinde hala üniversite öğrencisiymiş. Zaten kendi sektörü için okulu bitirip bitirmemenin çok da önemli olmadığını söyledi ama her zaman akademili olmayı da tercih edeceğini belirtti. Tam bu sırada Ahmet Gürata girdi söze ve Serdar Akar’ın üniversiteye girdiği yılların Türk sineması için çok kısır bir dönem olduğunu belirtti. Serdar Akar da ekledi:  “İnsanların izleyip izleyemeyeceğini bilemediğimiz filmler çekiyorduk, üstelik çalışma koşullarımız da çok ilkeldi.” Ama son yıllardaki Türk seyircisine bakıldığında durumun epeyce değiştiğini söylediler. Türkiye, kendi filmlerini seyretme oranında ilk üç sıradaymış, örneğin ne İtalya’da, ne Almanya’da, ne de  Fransa’da izleyiciler kendi ülkelerinin filmlerini tercih etmezmiş. Tüm bunlara rağmen Türkiye’deki eksiklikleri de unutmamak gerektiğini dile getirdiler; Amerika ya da Türkiye yapımı filmler arasında sıkışmışlık, Avrupa ya da Uzak Doğu filmlerini sadece festivalden festivale görme şansı…

Sinema ve televizyon arasındaki fark sorulduğunda, işin ticari kısmına vurgu yapan Serdar Akar, sistemdeki kapitalist oluşumun arasına girmeye çalışmaktan başka bir şey yapılamadığını belirtti. Televizyon sektörü için; dizi arası reklam değil de, reklam arası dizi izlediğimizi belirtti. Bu konuşma sırasında öğrendiğim çok garip bir bilgiyi de paylaşmak isterim; sinemadaki film arası denen şey bir tek bizde ve de Kore’de varmış.

Konuşmanın son bir saati genel olarak soru cevap şeklinde ilerledi. Sinema ve dizi çekimlerindeki dayanılması güç koşulların ancak ve ancak o ülkedeki sosyal haklar çerçevesinde iyileştirilebileceğine inandığını söyleyen Serdar Akar, sinemacı haklarını diğer haklardan bağımsız düşünmenin mümkün olmadığını vurguladı.

Bir soru da İstanbul ve Ankara farkı üzerineydi. Yönetmene göre Ankara’da çekim yapmak İstanbul’a nazaran hem çok rahat hem de daha ekonomik. Behzat Ç.’nin tek bir bölümü için gidildiğinde dahi ne derece zorluklar çektiklerini ve bir türlü çekim izni alamadıklarını belirten Akar, Ankara’da işin lojistik kısmının çok daha hızlı ilerlediğini söyledi. Dizideki bazı değişikliklerinin de sebebine değinen yönetmen, sinema sektöründe yapımcı olmanın her daim batma tehlikesini göze almaktan başka bir şey olmadığını espirili bir dille anlattı ve zaten ufaktan konuşmanın da sonu gelmişti.

Serdar Akar filmografisi: Gemide(1998), Dar Alanda Kısa Paslaşmalar(2000), Maruf(2001), Kurtlar Vadisi Irak(2005), Barda(2006), Gecenin Kanatları(2009), Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm(2011)

Sinema filmlerinin yanısıra çok sayıda dizi projesine de imza atan Serdar Akar, 2010’da başladığı Behzat Ç. Projesine devam ederken yeni dizisi Mor Menekşeler’in çekimlerine de Eskişehir’de sürdürüyor.

Leave a Reply