Ölümsüzlük! İnsanoğlunun en zavallı arayışı.
Dünya kurulduğundan beri her dönemde insanların istisnasız bir şekilde peşinde koştuğu bir ‘’pancea’’sı oldu elbet. Çoğu bir ömür adadı sırf buna ulaşabilmek için. Ölümsüzlüğün imkansızlığı hep cezbetti bizleri. Fakat doğa her seferinde doyumsuzluğumuzun cezasını kesmeyi bildi. Yine de vazgeçmedi insan. Her fırsatta ölümsüzlüğün formülünü bulacağına dair inancını hep besledi. Şairler gökyüzüne bakıp sevdiğiyle sonsuza dek sürecek bir hayat düşledi yaz akşamları, zalimler ölümsüzlüğü elde edebilirse dünyaya nasıl hakim olacağını hayal ederek uyudu geceleri. Herkes tanrıcılık oynadı asırlar boyu. Kitaplara ve bilim kurgu filmlerine öyle geniş bir ufuk açtı ki bu ölümsüzlük düşüncesi, o ufuktan yola çıkarak binlerce izlemesi ve okuması keyif veren eserler çıktı ortaya.
İşte Self/less da onlardan bir tanesi.
Film, zengin bir iş adamı olan Damian‘ın hastalanması sonucu az bir ömrü kaldığını öğrenmesi ve ölümü kabullenememesiyle başlar. Damian, her ne kadar parayla satın alamayacağı nadir şeylerden birinin ”hayat” olduğunu bilse de, farklı arayışlar içine girerek çeşitli araştırmalar yapar. Sonunda ”deri değiştirme” yöntemi olarak bilinen bir yöntemle, bilincini sağlıklı bir bedene naklettirme gibi bir imkanı olduğunu öğrenir. Kararsız kalsa da sonuçta ölmeye hazır olmadığını düşünür ve operasyonu geçirmeye karar verir. Filmin en başında böyle hızlı bir karar vermesi açıkçası beni biraz şaşırttı. Zira operasyonu da aynı hızla gerçekleşti ve 68 yaşındaki iş adamının sahte ölüm haberi tüm haberleşme araçlarına hızla yayılarak biz izleyenlere de filmin daha en başında temposu yüksek devam edeceğinin mesajını verdi.
Fazla psikolojik tahlillere girmeden, Damian‘ın kafasındaki düşünceleri öğrenmemize izin vermeden bir anda genç Edward ile tanışıyoruz filmde. Damian yeni vücuduyla ve yeni kimliğiyle birlikte yepyeni bir sayfa açtığını zannededursun, sürekli gördüğü halüsinasyonlar ve bedeninin aslında tam olarak nereden geldiğine dair merakı, onu yepyeni bir maceraya sürüklüyor. Genç bedeninin laboratuvar ortamında yapıldığını düşünürken karşılaştığı şok edici gerçekler, Damian‘ı bazı tercihler yapmaya zorluyor. Filmin temposu bu arada iyice yükseliyor ve tadında bırakılan gerilim sahneleriyle film iyice heyecanı doruğa çıkarıyor.
Burada hakkını vermemiz gereken kişi elbette Ryan Reynolds. Başarılı aktör Damian‘ın başka bir bedende sıkışmışlığını, bu esaretten duyulan rahatsızlığı donuk yüz ifadeleriyle öyle güzel anlatıyor ki, biz de kendimizi o çaresizlik içinde buluyoruz. Evet, o kadar maceranın ve ruhsal savaşın içinde donuk bakışlarıyla bizim kanımızı da donduruyor Ryan.
Konunun ve senaryonun her ne kadar orijinal olduğu düşünülemese de işleniş tarzını beğendiğimi söyleyebilirim. Filmin müziklerine ve geçişlerine bayıldığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Filmin tek sorunu hiçbir detayın üzerinde durmadan, duyguları hatta olayları yüzeysel bir şekilde geçiyor olması. Bu da film bittikten sonra derin izler bırakmaktan çok zihinlerde güzel bir hatıra bırakmaya yol açıyor. Tabii ki böylesine ağır bir konuyu derinlemesine işlemeye çalışan bir film de süre sınırını aşardı fakat yine de bir psikolojik gerilim aşığı olarak böylesine ağır bir travma yaşayan bir kişinin ve etrafındakilerin psikolojik durumunun biraz da olsa irdelenmesi gerektiği kanısındayım.
Filmin isminin neden Self/less* olduğunu sonlara doğru kendi çıkarımlarınızla öğrenmeniz de film içerisinde size tebessüm ettirecek küçük bir ayrıntı.
* Selfless: Kendinden çok başkasını düşünen, özverili.