Bir garip fotoğrafçı Mehmet Turgut… Kimseye benzeme derdi olmadan, “Aslında yalnız bir insanım ben.” diyecek kadar kendi halinde bir adam. Son dönemde yapılan başarılı çalışmaların arkasında sıklıkla adına rastladığımız, bilinen kuralları yıkan, şaşkınlık uyandıran, alkışlanan, bazen anlaşılmadığında bunu büyütmeyecek kadar kendini kendine kabul ettirmiş bir adam. Mehmet Turgut’un İstanbul Beşiktaş’taki stüdyosunda yaptığımız bu röportajı keyifle okumanız dileğiyle.
Neredeyse her röportajınızda yer alan bir soru var ki o da; babanız, dedeniz ve ailedeki üçüncü kuşak fotoğrafçı olmanız üzerine. Ben bunun yerine anneniz ve kardeşlerinizle olan ilişkinizi sormak istiyorum.
Bizim aile bireylerinin hayatlarını yönlendirme, bir şeylere şekil vermek gibi pek öyle bir yaptırımı yok aslında. Bu bakımdan annemin ya da ablamın benim üzerinde şu şekilde bir etkisi oldu gibi belirli bir şey yok. Çok samimi bir aile değiliz ama dünya tatlısı bir ablam, çok çalışkan ve mesleğinde başarılı bir abim var. Seviyorum onları, bir senaryosu yok yani.
Ankara’dan İstanbul’a bir anda geldiniz ve her şeyi kendiniz elde ettiniz. Bunun büyüsünü kaybetme gibi bir korkunuz var mı?
Yok. Korksam buraya gelemezdim zaten. Ben başarılı isem, buna karar verecek kişi ben değilim, tekrar başa her zaman dönebilirim. Fotoğraf çekmemi fiziksel bir rahatsızlık dışında hiçbir şey engelleyemez.
Bazı kesimler tarafından ‘photoshop’ ağırlıklı fotoğraf çektiğinize yönelik bir yüklenme söz konusu; açıkçası ben buna çok katılmıyorum. Makyajından, kurgusuna kadar var olan planlı bir süreç var. Nasıl gelişiyor bu süreç anlatır mısınız?
Aslında kimse bana yüklenmiyor, yükleniyormuş gibi görünüyor. Asıl önemli olan benim sonraki nesillere bırakacağım eserlerin, fotoğrafların, videoların, filmlerin kalıcılık meselesidir. Yani şu yaşadığımız süreçte eylem gerçekleştirilirken, eylem hakkında bir şeyler söyleyen kişiler, kalabalığın içinde olay yaratmaya çalışan provakatörler gibiler; ama bunun hiçbir önemi yok. Gelişim kısmı bir roman gibi giriş, gelişme, sonuçtan oluşmaktadır. Önce kişi ile veya o iş ile temas ediyorum. Sonrasında içeriğine, huyunu suyuna bakıyorum. Ne çekeceğime karar verdikten sonra eylemi gerçekleştiriyorum.
Sanırım sizin çalışmalarınız için çok uzun saatler harcamanız gerekmiyor değil mi?
Evet, 10-15 dakikalık bir süreç de yetiyor.
Akılda net bir şeye karar verildiyse uzun zaman harcamak anlamsız zaten.
Zaten aklında bir şey olmayan fotoğrafçı çok fazla fotoğraf çeker. Bence ne çekeceğini bilmeyen, çok fotoğraf çeken kişi korkuyordur.
Fotoğrafçılara baktığımızda daha arka planda kalıyorlar; ama sizde durum biraz farklı. Ürettiğiniz fotoğraflar kadar sizin kadraj önünde bulunduğunuz fotoğraflarda çok takip ediliyor.
Ben ilk portre fotoğraflar çektiğimde, yani ticari olmayan süreçte, gecenin bir yarısı Ankara’daki stüdyomda bulabileceğim bir model yoktu o yüzden de bu ışıkları vs. kendi üzerimde denedim. Kendi üzerimde denerken yüzümü, vücudumu keşfettim, kendim ile barıştım. Bu bir narsisizm değil, herkes iyi görünmek ister.
Öncesinde karanlık oda geçmişiniz var, çok başka bir şeydir o, insanın kendi ile kaldığı bir sürece bağlıdır. Bu kadar gündemdeyken o dönemleri özlediğiniz olmuyor mu?
Yok. Zaten tek başımayım. Çok kalabalık bir arkadaş grubum yok. Mesela üç aydır sokağa çıkmıyorum da yeni çıkıyorum gibi düşün, ben yine yalnızım.
Sizin hakkınızda okuduklarımda çok sakin bir insan olduğunuz söyleniyor, bugün ben de öyle gördüm ama fotoğraflarınıza baktığımızda daha sert, kuvvetli duygular var. O aradaki fark neyden oluşuyor?
Benim fotoğraf dilim o. Kendimde poz versem, başkasını da çeksem genel olarak tercihim fotoğrafta da güçlü, gerçek duran kişiler görmek istememdir. Sürrealist olacaksa sonuna kadar olsun, realist olacaksa da sonuna kadar öyle olsun istiyorum. Sevdiğim kadına da öyle bakarım, net bakarım. O yüzden benim fotoğraflarım nettir.
Derdiniz aslında birilerine kendinizi anlatmak değil de, iç dünyanızda kendinizi bulmakmış gibi geliyor.
Tabi, bütün mesele o zaten. Maalesef fotoğrafla ilgilenenler arasından ne kadar çok kişi iyi bir fotoğrafçı olabilecekken olamayacaklar biliyor musun? Çünkü dertleri hep “Ben de olayım, ben de yapayım, o adam yapıyor ben niye yapamayım?”dır. İşte bu insanı mahvediyor. Bende hiç öyle bir şey olmadı. Denedim, çok çalıştım, fotoğraf için her şeyden fedakârlık ettim. Önce bunu yapabilecek cesarete gelip sonra o hırslara yönelmek lazım. Zaten bunları yaptıktan sonra o hırslar farklı oluyor. Kendi ile çelişkilerini çözmek, kendini acımasızca eleştirebilmek, fotoğraflarının hiç birini beğenmemek gibi korkunç şeyler oluyor. Bir süre sonra bakıyorsun kendin ile yarışır hale geliyorsun.