Zeki Demirkubuz’un kafasının içindekileri her zaman seven biri olmamın ötesinde; Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar adlı kitabının bende ki etkisinden dolayı olsa gerek, bu filmi izlemek için çok heyecanla bekledim. Öncelikle bir konuya açıklık getirmek gerek ki bu film bir uyarlama değil; esinlenmedir ya da en fazla olsa olsa serbest uyarlamadır, o yüzden filmden alınacak beklentiyi ona göre değerlendirmek gerekebilir.
Zeki Demirkubuz’un tarzı için biraz farklı bir yaklaşım görebiliyoruz ama nedense bu bana daha az keyif verdi diyemem; aksine olan bitenin ve hissetmem gerekenin tam da olması gerektiği gibi yansıtıldığını düşünüyorum. Evet, belki izlerken içimi bunaltı kapladı; yerimde öylece durup bu duyguyu hissettim ama buradaki asıl nokta gerçekleşenin bu olması gerektiğidir. Muharrem; sıkıntılı, bunaltıcı ve yalnız bir adam… Eğer siz de bunu perdenin diğer yarısından hissedebiliyorsanız anlatılmak istenen, bir sonuca ulaşmış demektir. Muharrem, her ne kadar ağır ve yoğun cümleler kurabilen bir adam olsa da aslında bir o kadar da yalın bir adamdır; düşündükleri ve yargıları basittir. İnsanın basit olması gerektiğinin somutlaştırılmış halidir ki bundan dolayı filme çok yoğun anlamalar yükleyip bir çıkarım yapmanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. Mesela herkes nedense patates için bir anlam yüklemeye çalıştı ama bence anlam yüklenmesi gereken patatesten ziyade yumurtaydı. Gündelik hayatta ismen ve şeklen kullanılan; rutin bir eylemin parçası, insanın sıradanlığında bir göstergesiydi. Ankara’nın iç karartıcı günlerinde Muharrem’in hizmetçisi ve arkadaşları ile ilişkilerinin ve zaaflarının anlatıldığı bu filmi teorik bilgilerle süsleyip; olmuş ya da olmamış diyemeyiz çünkü her seferinde olduğu gibi olup biten sadece Zeki Demirkubuz’un kafasındakilerini ve dert ettiklerini bize anlatmasıdır, bu kadar masum bir şeydir. Benim size söyleyebileceğim tek şey ise gidin bu filme biraz canınızı sıkın; etkilenin, düşünün. Bazen buna gerek vardır diye düşünüyorum.