Bu yazı, her hafta Radyo Bilkent tarafından hazırlanıp sunulan arTisTik isimli program için GazeteBilkent Kültür-Sanat birimi tarafından özel olarak hazırlanmıştır. arTisTik’i her Cuma akşamı saat 20.00 ile 22.00 arası 96.6 nolu frekanstan veya radyobilkent.com‘dan dinleyebilirsiniz! Ayrıca, programa dair içerik ve paylaşımları @artistikradyo kullanıcı adıyla tüm sosyal medya kanallarından takip edebilirsiniz!
Zaman yolculuğu kavramı, günümüzde pek çok dizi ve filmde karşılaştığımız ve artık ortalama izleyicinin bile kurallarına, paradokslarına hâkim olduğu bir hikâye anlatımıdır. Zamanda ileri veya geri gitmek, bunun yarattığı sonuçlar, nelerin yapılıp yapılamadığı sanırım “Geleceğe Dönüş” serisinden beri dünyada izleyicilerin tanıdık olduğu, özellikle bilim-kurgu izleyicilerinin belki de bunaldığı bir konudur.
Peki, nerden çıktı bu zaman yolculuğu? Zaman yolculuğu türüne dair eserler usta bilim-kurgu yazarı H.G Wells’in 1895 tarihli “Zaman Makinesi” kitabına dayandırılır genellikle. Bazense Charles Dickens’ın 1843 tarihli “Bir Noel Şarkısı” çıkış noktası olarak gösterilir. Doğrusunu söylemek gerekirse, tek bir noktaya veya durup dururken ortaya çıkan bir fikre dayandırılması zordur. Zaman yolculuğu içeren bilim-kurgu kitapları aslında o zamanlarda büyük olan fakat günümüzde giderek popülaritesini kaybetmiş, biraz ölü başka bir roman türüne dayanmaktadır: Ütopyalar.
Ütopik romanları anlamak için ise edebiyat dışı bir kitaba odağı çevirmemiz lazım. 1859’da Charles Darwin’in “Türlerin Kökeni” kitabı yayınlanır ve bilimsel&kültürel olarak oldukça hızlı ve büyük bir dönüşüme yol açar. Evrim fikri, on yıldan az bir sürede gerek akademik çevrelerce gerekse insanların zihinlerinde kalıcı bir yer edinir ve biyolojide olduğu kadar sosyolojide de insanların algılarının değişmesine yol açar. Evrim fikrinin ortaya çıkışı ve canlıların daha iyiye doğru gidiyor oluşu pek çok insana şu soruyu sordurmuştur: Neden toplumlar da daha iyiye evriliyor olmasın?
İşte bu noktada, ütopik romanlar oldukça popüler hale gelir. Edward Belamy’nin 1888 tarihli “Geçmişe Bakış” romanı, belki de bu türün popülerliğinin en tepesindeydi. Edward Belamy’nin kitabının kahramanı 113 yıllık derin bir uykuya yatar ve 2000 yılında uyanır. İçine uyandığı toplum, yazarın daha iyiye evrilmiş olarak betimlediği sosyalist bir ütopyadır. Kitap o kadar başarılı olur ki 1888 yılında Amerikan edebiyatında bir milyondan fazla satılan ikinci kitaptır. Benzer temalar etrafında dönen, gelecekte geçen ütopik romanların önünü açar. Artık ütopyalar hayali adalarda veya başka dünyalarda değil; evrim düşüncesinin etkisiyle bizim kendi dünyamızın geleceğindedir.
Zaman içinde yazarlar, geleceğin kendisinden ziyade, geleceğe nasıl gidildiğine daha detay vermeye başlarlar. Metotlar çoğalır ve absürtleşir; geleceğe gönderen balonlar, trenler, hatta geleceğe götüren şampuanlar ortaya çıkar. Bu noktada H.G Wells “Zaman Makinesi” kitabını kaleme alır ve hem bu ütopyaları eleştirir hem de gerçekçi bir zaman yolculuğu yöntemi koyar ortaya.
Günümüzde bu tarz ütopik romanların bir önemi kalmamış, kimsenin okumadığı ve yazmadığı bir tür haline gelmiş ve Edward Belamy’nin bir milyondan fazla satan kitabı unutulup gitmiştir. Fakat bir zamanların bu büyük romancılık akımı bizlere “zaman yolculuğu” türünü bırakmıştır.
Zaman yolculuğu, insanın “nedensellik” ile bağını bizlere yansıtan, neden-sonuç ilişkisini ve zamanın kendisi karşısında kırılganlığımızı bizlere gösteren eserlerin doğuşunu sağlamıştır. Bu bağlamda bunun için belki de Charles Darwin’e teşekkür etmek gerekir…
KAYNAKLAR: