“Bence insan bilinci evrimde trajik bir şekilde ilerledi, çok fazla bilinçlendik. Doğa kendinden bağımsız bir bakış açısı yarattı, bizler doğa kanunlarına göre var olmaması gereken yaratıklarız. Hepimiz bir yanılsama içindeyken, duyusal deneyimler ve hislerin gelişimi sayesinde birey olduğumuzu sanan fakat aslında bir hiç olan bireyleriz.
Bence türümüzün yapması gereken onurlu davranış, programlamamızı reddedip üremeyi durdurmak ve hep birlikte soyumuzu tüketerek kardeşçe bu haksızlığa bir gecede son vermektir.“
True Detective dizisinin ilk bölümünde polisimiz Rust’ın ortağına söylediği bu sözlerle birlikte izleyen herkes alışılagelmiş bir dizi izlemediğinin farkına varmıştır sanırım. Dizi, ilerleyen bölümlerinde gerek karakter derinliğiyle gerekse sinematografik yanıyla sıradan polisiyelerden olmadığını izleyenlerine açıkça gösterdi. Bir televizyon işinden çok itinayla üzerinde çalışılmış, sekiz bölümlük bir filmi andırıyordu adeta. İlk sezonun üzerinden bir sene geçti, ancak pek çok sahne, pek çok replik hafızamda oldukça net.
Biraz karakterlerden bahsetmek gerekirse ilk sezonda iki başrolümüz var: Rust Cohle ve Martin Hart. Sırasıyla Matthew McConaughey ve Woody Harrelson tarafından ustalıkla canlandırılıyorlar. Rust, pek çok izleyicinin hayran kaldığı felsefî, birazcık kafası dumanlı, acı çeken polis olurken Martin hepimizin “düz adam” olarak adlandırabileceği, ailesini seven, karısını aldatan ama bir yandan da göstermelik ahlakçılık yapan, az çok sevilebilecek, kendince çatışmaları olan bir adam. İkisi arasındaki bu karakter çatışması ve zıtlık birbirlerini tamamlamalarını sağlıyor. Hikâye 90’lı yıllarda çözülemeyen ritüelistik cinayetlerin, çocuk kaçırmaların etrafında başlayıp günümüze kadar geliyor. Bu sapkın, paganist tarikatların takipçilerini, çocuklara karşı cinsel şiddetin sorumlularını ararken dedektiflerimiz kendi sorunlarıyla yüzleşiyorlar.
Hikâyede daha ilgi çeken şey ise, pek çok farklı felsefi kuramdan etkilenmiş olması. Bunlardan biri de “pskiosfer” kavramı. “psikosfer” insanların içinde yaşadığı biyosfer gibi zihinlerimizin bulunduğu bir ortak bilinçlilik. Nasıl canlıların yaşadığı ekosistemler varsa, insan zihinlerinin paylaştığı bir toplu bilinç küresi var. Dizi de ortak bilinç âleminin bu kötü olaylardan nasıl zehirlendiği gösteriliyor. Bu bilinçlilik de ekosistemimiz gibi kötü durumda. Farkında olmasak da etrafımızda yaşanan bu kadar kötü olaylardan etkilenmememiz mümkün değil. Çocuk kaçırma, seri cinayetler ve çok daha kötüleri… Dedektiflerin ilk buldukları ceset açıkça bir şekilde devasa bir ayinle kurban edilmiş ve topluma “görülmesi” için sunulmuştu. Bütün bunlar sapkınların ortak ruh haline vurdukları bir darbeydi. Bu öyle çıldırmış bir çiftçinin yapacağı bir şeyden öte nesiller geriye takip edilebilecek; suç ve sapkınlıkla dolmuş bir çevrenin etkisiydi.
Rust, “psikosfer”i koklayabildiğini söylüyor cinayet mahalinde ve ekliyor: “alüminyum ve kül kokuyor”. Suç mahalinin varlığı bile insan düşüncesini zehirlemeye yetiyor. Ama trajiktir, Rust’da bu kürenin bir parçası; dizi zaman atlaması yaptığında görüyoruz ki 15 yıl öne Rust’ın kokladıkları artık onun bir parçası olmuş durumda. Önünde sigara külleri ve alüminyum bira kutuları…
İlk sezonu sonunda, tam anlamıyla pesimist olan Rust karakteri bir değişim geçirir. Her şeyin kötüye gittiğini söyleyen Rust, “aydınlığın” kazandığını söylemeye başlar. Bu karakterimiz için inanç meselesiyle sorunlarını hallettiği, kötümserliği bir kenara bıraktığı bize gösterir. Ama peki biz bırakabilir miyiz? Etrafımızda kötü şeyler olmadığını söyleyebilir miyiz? Şehrin bizi zehirlemediğini peki? Havadaki külün kokusunu veya metalin tadını alabiliyor musunuz?
Toplum, hiçbir şeyin çözülmediği bir gizem ağıdır aslında. Gerçek suç, gerçek dedektif diye bir şey yoktur. Her gizemin ardında yatan daha büyüğü vardır. Bazı gerçekler saklı kalmaya bazı kötülüklerse yapanın yanına kalmaya devam edecektir. Hep küçük suçlular, beyni yıkanmış zavallılar yakalanırken gerçek sapkınlar bin yaşında bir ağaç gibi ortak bilince kök salmıştır. Bulunan katil “Benim ailem çok uzun zamandır buralarda” dediğinde anlatılmak istenen her suçun çözülemeyecek olması, karanlığın paylaşılmış düşünceler küresinde daima yer alacağıdır. Dizinin o dillere destan mükemmel jeneriği de bunu anlatmak ister. İnsanın içine gizlenmiş olan manzaraları. Bireyin yaşadığı yerle olan yadsınamaz bağlantısını. İnsanın da şehirler gibi zehirlendiğini, kafamızdaki düşüncelerin karanlıkla dolup taştığını. Jenerikte insan siluetlerine gizlenmiş şehirleri görürüz. Mekânlar insanların iç dünyalarını anlatmak için kullanılmıştır. Aynı insanlar da mekânlar gibi, endüstriyel atıklarla zehirlenmiş, tabiatları bozulmuştur.
“Biri bana demişti ki, ‘Zaman düz bir çemberdir.’ Yaptığımız veya yapacağımız her şeyi tekrar yapacağız, tekrar o küçük çocuk ve kız o odada olacaklar. Tekrar ve tekrar. Sonsuza dek.”
Rust Cohle
Yaralanılan Kaynaklar:
http://vigilantcitizen.com/moviesandtv/deeper-meaning-true-detective-season-one/