Uzay’da Bir Harry Potter Serisi: “Valerian ve Bin Gezegen İmparatorluğu”

Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi tarzı hem kült, hem de tamamen bambaşka ve devasa bir evrende geçen maceraları okuyup izleyen bir nesil olarak, hayal gücümüzün çok iyi geliştiğini düşünüyorum. Bu açıdan 1985-2000 arası doğan çocuklar olarak, hayal gücümüz okyanuslar kadar genişti. Bizden bir nesil öncesi perilerden korkarken, biz ruh emicilerden korkuyorduk. Bizden bir nesil öncesi güzellik terimi olarak melekleri kullanırken, biz elfleri kullanıyorduk. Bizim dünyamız da, beynimizin içindeki tasvirler de tıpkı bir damak tadı gibi bambaşka gelişti. Biz yeni ve en ince ayrıntısına kadar kurgulanmış özellikleri olan yaratıklara inanmak, isimleri ve özellikleri alışılmışın dışında diyarları yaşamak isteyerek büyüdük.

Biz bu filmlerle, bu kitaplarla büyüdük dedim ama sonra fantastik filmler çekilmedi mi? Çekildi tabi ki. Ancak bu kadar büyük dünyalar görebildik mi tekrar? Sanmam… Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi serilerine ve dünyalarına ait olan eserleri hariç tutarak söylüyorum bunu, ama bir devrin ardından tüm fantastik kurgular burada, dünyamızda, hemen burnumuzun dibinde gerçekleşti. Tabi ki Harry Potter’ın Londra’da yaşadığını unutmadım. Zaten, bu duruma da karşı değilim. Burnumuzun dibinde kurgulanmış hikayeler bir şekilde bizi içine alıp o kurguyla kurduğumuz bağı güçlendirirler. Ancak bu serilerle büyürken, hani diyorum ya hep bizim nesil diye, bizde, en azından bende ufak bir alışkanlık gelişmiş: Keşfetme içgüdüsü.

İşte Valerian ve Bin Gezegen İmparatorluğu da tam bu içgüdüme hitap etti. Hemen yanı başımızda gerçekleşen olaylarda kurguyla kurduğumuz bağdan, geçmişimizden ve batıl inançlarımızdan gelen vampirlerden, cadılardan, kurt adamlardan, perilerden, meleklerden ve şeytanlardan sıyrılıp yeni yaratıklarla tanışacağımız, dünyanın bilindik bilinmedik, en azından dünya üzerinde geçerli fiziksel kurallarından bile bağımsız yeni yerlerde, yeni fiziksel kurallarla bir hayatı tanıma şansı veriyor Valerian bize.

İnsanlık ve insan olmanın o güçlü yanları olmazsa olmaz. O zaman bir hikayeyle bağımız incelir ve kopar. Ancak Valerian bu bağın farkında olarak, uzayın derinliklerinde bildiğimiz tüm sınırlar, yerler, kurallar ve yaratıklardan sıyrılmış bu bambaşka dünyanın içinde insanlığı, insan olmayı derinden hissettirmeyi hedeflerken, izleyicisiyle güçlü bir bağ kurabilmek için bundan fazlasına ihtiyaç da duymamış, insan olmak yetmiş. Tıpkı Yüzüklerin Efendisi serisindeki gibi, bağı hikayeye yerleştirdiği insan ırkı ve insansal davranışlardan alırken yeni yaratıklar ve yeni yerlerle insanın aklını başından alıyor.

Eleştirel yaklaşıyorum diye yanlış anlaşılmasın. Ben de izliyorum o kurt adamlı, vampirli film ve dizileri. Seviyorum da üstelik. Ancak her yanımız fantastik dendiğinde ya bu tarzda yaratıklarla, ya da Marvel’in sürekli şu içinde bulunduğumuz ve keşfedecek çok da bir yanı kalmayan “Dünya”yı kurtaran süper kahramanlarıyla zaten doluyken bambaşka, yep yeni ve uçsuz bucaksız, sınırlarından derinlemesine arındırılmış yeni dünyalar insanı heyecanlandırmıyor değil.

Yeni bir dünya, yeni yaratıklar deyip duruyorum farkındayım. Ancak bahsettiğim şeyin ne olduğunu şu şekilde anlatmak istiyorum: Herhangi bir dram, komedi, biyografi filminde merak ettiğimiz şey karakterlerin başına ne geleceğidir. Ancak bunun bilim-kurgu ve fantastik gibi türlerde kırılmasını bekleriz. En azından benim beklentim bu. Ben, bu tarz sinema ve edebiyat ürünlerinde en ince ayrıntısına kadar kurgulanmış yeni bir şey görmek isterim. Keşfedeceğim şeyin, sadece olayın akışı değil, karakterlerin yaşayacakları ve karakter özellikleri değil, aynı zamanda hiç de tahmin edemeyeceğim yeni bir yaratık olmasını isterim. Bir bakışta anlayamayacağım kadar büyük belki, ya da göremeyeceğim kadar küçük. Ama onun özelliği bunlardan çok daha farklı olsun isterim. Bir hipogrif, bir ork, ya da çok daha farklı bir şey.

Gelelim Valerian’ın genel konusuna. İlk defa uzaya fırlatılan bir uyduda yaşayan belirli bir ülkenin insanlarına önce farklı ülkelerden fırlatılan uydunun, bu ana uyduyla birleştirilmesiyle katılan diğer insanlara, sonrasında ise galaksinin farklı köşelerinden gelen uzaylı ırklarının katılmasıyla devasa bir boyuta ulaşan uydunun dünya yörüngesinde kalamayacak kadar büyümesiyle birlikte uzayda uzak ve bambaşka bir yere taşınmasından yıllar sonra geçiyor hikaye. Yüzlerce farklı gezegenden gelen, milyonlarca farklı tür bir arada yaşarken bu türler içinde boyutlar arası yaratıklar, ortak hafıza kullanıp bilgilerini depolayan ve bu bilgileri satarak para kazanan ördekler, boyut değiştiren yaratıklar, sinir sistemi dehası uzaylılarla birlikte gezegenlerce enerji barındıran inciler, vücuduna aldığı herhangi bir maddenin yüzlercesini klonlayan dönüştürücü hayvanlara keşfedilecek çok şey var Bin Gezegen Şehri’nde.

O yüzden, beni küçüklüğümde hissettiğim gibi yeni özellikler keşfetmeye iten, merak duygumu ve yaratıcılığımı körükleyen bu gezegendeki hayata tekrar çekilmeyi dört gözle bekliyorum. Benim için çok güzel bir macera olan bu filmi izlemenizi hepinize tavsiye ediyorum. En azından sıkı bir Harry Potter ya da Yüzüklerin Efendisi hayranıysanız, enerjisi farklı tonda olsa da bu hikayenin sizi de yakalama ihtimali çok yüksek. İyi seyirler…

 

Leave a Reply