Tatlı rüyalar.
Siyahlara bürünmek gerek bazen. Biri için siyah giymek, gecenin zifiri karanlığını ve soğukluğunu üstünde taşımak. Simsiyah olmak, matemin duygusunu yaşatabilmek için. Hüznü dışarıya yansıtmak amacıyla belki de. Siyah giyerek geride kalanlara güneş toplamak isteyenler de olabilir. Gayesini bilmeyerek giydiğimiz siyahlar, herkesin o gün o anda büründüğü siyahlar. Cenaze siyahını taşıyan yüreğin toprak karanlığına gömüldüğü anlar.
Bir dünya düşünün içinde duygular; sevinçler, üzüntüler, aşklar, düşünceler kısaca bir hayat barındırsın ya da farklı bir boyutta sunsun gördüklerimizi, göremediklerimizi veya bizimle ilgilenmesin sadece hayattan bir dem sunsun; renkli dünyamızı koyultsun yahut Bob Ross misali kararan hayatımızı ağaçlar ekleyerek yeşertsin. Çağrışımlardan öte, olağanın dışında veyahut üst gerçekçi bir âlem…
Göz kapakları ağırlaşıp düşünce, gerçeklik ile bağlantı bir süreliğine körelir. Karanlık. Siyah. Göz’lemler. İzle’nimler. Gönül ister ki hep rengi sonuna kadar açıp Dallas izlemek gibi peşi sıra geçsin hayaller.
Daha rüya görmeden, sizi başka bir rüyanın kalbine oturtacak bir yapıt. Kâbus demek daha yerinde olacak sanırım. Bir Endülüs Köpeği, orijinal adıyla Un Chien Andalou (1929)…
Düş imgelemleriyle izleyiciye düşüşleri yaşatan bir başyapıt, kült haline gelmiş yaklaşık on yedi dakikalık bir korku seansı olarak düşünülebilir bu kısa film. Böylesine sıra dışı bir film elbette gerçeküstü sanatçıların eseri olmalıydı. Yönetmen, Luis Buñuel ve çılgın ressam Salvador Dali. Sinemaya gittiğinizde içten içe film tarafından şaşırtılmak istersiniz. Bu deneyimi en ürpertici biçimde yansıtan deneysel bir düş ‘kırıklığı’.
Kill Bill filminin hafızalara kazınan bir sahnesi vardır. Klostrofobisi olan kişileri ölesiye rahatsız edecek bir sahne; bir tabuta hapsedilip gömülmüş olan aktris Uma Thurman’ın yumruk hareketleriyle kurtulmaya çabalaması… Endülüs Köpeği filminin bende yarattığı hissiyatı, bir duygu biçimiyle aktarmam imkânsız. Öyle ki anlamsız bir sürü sahne geçişi zihnimde o tabutun içine benim konulmuş olduğum hissini yarattı. Gördüklerim karşısında korku dolu ve bir an önce bitmesi için mücadeleci…
Filme anlam yüklemeye çalışmak belki de düşülen en büyük hatalardan biri. Anlamsız oluşuyla değer kazanan ve zihne kazınan görüntülere sahip. Ama ister istemez, sahnelerin ardındaki gizi çözmek istiyorsunuz. Kullanılan öğelerin birbiriyle bağlantısını keşfetmek istiyorsunuz. Antonin Artaud’in de film ile ilgili fikirlerini yansıttığı gibi “Bu film… anatomi masasında bir şemsiye ile bir dikiş makinesinin karşılaşmaları denli güzel!” Yani akla ve mantığa uymayan sahne geçişleri ve görüntüler, zaman bütünlüğünün de yok edilmesiyle izleyiciye “rahatsız olun,” mesajı veriyor. Buna bir de Wagner’in senfonisi eşlik edince klasik ve klişe olmuş mutlu sonun hiçbir zaman yaşanmayacağının farkına varıyorsunuz. Çünkü bu filmin ne bir sonu ne de bir başlangıcı var. Bilinç akışı tekniğinin kullanıldığı bu filmde neden sonuç ilişkisi yaratılamadığı gibi filmin bitişinde kumsalda iki sevgilinin kumlara gömülmüş, ölü ve sinekler üşüşmüş şekilde görülmesi yadırganmamalı.
Aslında izleyiciye, filmi yorumlaması için geniş bir alan yaratılmış. Yansıtılanlar her şey ile ilişkilendirilebilir ve bunun bir mantığa dayanması gerekmez. Filmin birkaç düşten oluştuğunun anlaşılması ise pek de kolay değildir. Çünkü Buñuel, düşlerin yansıtılması için kullanılan bulanıklaştırıcı lensler yerine bu düşlerin gerçekliğini yaşatmak istemiştir. Böylece izleyici bir rüya izler gibi değil gerçek sahneler yaşar gibi olanları yorumlamaya çalışacaktır.
Çağrışımları yerle bir eden görsel şölen… Bir ustura bilendikten sonra ne yapılır? Hiç, avucunuza baktığınızda karıncaların çıktığını gördünüz mü? Bir kelebek türünün üstünde kuru kafa resmi olduğunu biliyor muydunuz? Bir piyanonun üstünde ölü bir eşeğin ne işi var?
Peki, sandıktan çıkan bir şey bu denli önemli olabilir mi? Evet ya da hayır. Öyle ki bir anın kaderini değiştirecek kadar değerli aslında. Belki de her düşsel sıçramada rastlanılan bir kutu… Bir anlamı olmalı. Ya da anlam ifade etmemeli mi? En sonunda us da kişiyi terk etti.
Gayesini bilmeyerek ağlayacağımız o gün, belki de mezara akıttığımız gözyaşlarının toprağı ıslatıp yeni çiçeklerin filizlenmesini beklediğimiz anlardır.
Uyan ki ayı kesen bir bulut gibi gözü, bıçak kesmesin!
Film hakkındaki bir şarkı, Pixies-Debaser: https://www.youtube.com/watch?v=PVyS9JwtFoQ