Nobel ödüllü kalemiyle Hermann Hesse’den Siddhartha’yı tanıma isteğim ocak ayında ziyaret ettiğim, halkının çoğunluğu Budist olan Tayland’da başladı. Her adımda gördüğüm minyon Buddha heykellerinde, ziyaret ettiğim devasa boyutlardaki temsillerinde ve tapınaklarda, çekmecelerinde hakkında kitapların bulunduğu otel odalarında sürekli karşılaştığım bu yüzün, bu inancın arkasındakileri öğrenirken kendi içsel duygularımın derinliklerine ineceğimden bihaberdim.
Siddhartha hayatın karşısına çıkaracaklarından habersiz olmasına rağmen attığı emin adımlarda tesadüfler, hayati kararlar ve hatalarla dolu bir arayış içindeydi. Düşündü, bekledi, oruç tuttu, günahlarda aradı doğruyu sonra; sevgilerde, sevişlerde, parada ve ticarette… Kendisinden tiksinirken dahi kendini arayandı Siddhartha. Hiçbir öğretiyi benimseyemezken en büyük hatalarını öğretmeni yapandı. Yıllar önce karşısına geçmek ve kendine yeni bir hayat kurmak için kullandığı nehre hayat onu geri döndürdüğündeyse “tüyler ürpertici bir boşluğun, sudan kendisine baktığını gördü, ruhundaki boşluğun bir yansımasıydı bu.”
Bu nehirden aldı öğüdünü, sabretmeyi, kulak verip dinlemeyi öğrendi. Hayat gibi akıp giden, hayatın tecrübelerine sahip nehri dinledi. Doğanın sonu gelmez akışının, karşılaşmaların yani bu döngünün bir parçası oldu
Siddhartha’nın acayip bir yol diye betimlediği hayatında onun düşünceleriyle birlikte yol alırken herkesin oturup soluklanacağı farklı duraklar var. Siddhartha bir hindistan cevizi veya mango ağacının gölgesinde, ırmağın kıyısında, en yakın arkadaşının yanında, güzel bir kadının huzurunda ya da şehrin ortasında içini okuyucularına açarken her birimize farklı yerden dokunacak… Biz o duraklarda soluklanırken bile “bir taşın suyun üzerinde bir şey yapmaksızın, kılını kıpırdatmaksızın yol alıp gitmesi” gibi , “dünyadaki nesneler gibi yol alıp gideceğiz”… Düşünebiliyorsak, tek değişen görüşlerimiz olur ki en önemlisi de budur.
Sanırım bu kitaptan sonra gördüğüm farklı boyutlardaki Buddah heykellerinin yüzündeki gizemli ama huzurlu gülümsemeyi daha iyi anlıyorum. O gülümsemelerin ardında yatan büyük arayışları, acılar ve sorunlar sonrasında hepsinin birer tebessüm olarak yüzde yer bulması beraberinde uzanmış vücudunda hissedilen rahatlık ve sükunet… Dediğim gibi her insana farklı dokunduğu gibi sanki, her heykelde de farklı bir tezahürü var bu huzurlu görüntünün. Farklılıktan yana bütün dinlerde ortak olan duyguların birer yansıması bir yandan bu. Hermann Hesse’nin doğu felsefesinden yola çıkarak evrensel bir dille okuyucusuna kavuşması da bu görüşe bir kanıt. Bu kitap ilginizi doğu felsefesine değil, genel bir içsel felsefeye döndürüyor, o yolda doğru adımları atmanız için yardımcı olabilecek bir kılavuz görevi görüyor da denebilir. Ancak ötesini yapamaz çünkü :
Bilgi, bir başkasına aktarılabilir; bilgelikse hayır. Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir, bilgelik el üstünde taşıyabilir insanı, bilgelikle mucizeler yaratılabilir ama bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez.
Kaynaklar:
Hermann Hesse, Siddhartha (Kamuran Şipal, Çeviri) (İstanbul: Can Yayınları)