Son zamanlarda sıklıkla düşündüğüm bir mesele var. Sadece benim değil, neredeyse bütün sanat dünyasının ve çabası bir şeyler üretmek olan insanların merkeze aldığı bir mesele bu. Önemli olan kaşlar, gözler ve parlayan saçlar mı yoksa ışıldayan bir kalp ve fikirlerle dolu bir zihin mi diye soruyor etrafımda gördüğüm bütün filmler ve kitaplar. Hepimiz de ezberlemişiz doğru cevabı. Dış güzelliği ne kadar yok saydığımızı anlatıyor, önemli olanın tartışmasız iç güzellik olduğunu savunuyor ama sözlerimizle paralel hareket etmiyoruz ister istemez.
İşte son zamanlarda bunlar üzerine düşünürken Bob Dylan’ın çok sevdiğim bir şarkısı ve aynı zamanda müzik tarihinin en kült şarkılarından olan One More Cup of Coffee şarkısını nasıl yazdığına dair bir makaleyle karşılaştım. İlgimi çekti ve sizler için ufak bir araştırma yaptım. Öncelikle bu muhteşem şarkıyla tanışmamış olanlar için bir kısa yol.
Bir fincan kahve daha, yola çıkmadan
Bir fincan kahve daha, gitmeden ben
Bu şarkının ortaya çıkışıyla ilgili birden çok rivayet bulunsa da işin özeti şöyle: Bob Dylan güzel bir genç kızla tanışmış ve kısa zamanda birbirlerinden hoşlanmışlar. Bu genç kızın Dylan’ın 1965 yılında evlendiği eski eşi Sara Lowndes olduğu konuşulsa da Dylan tarafından doğrulanmamış bir bilgi bu. Şarkının başrolünde olan bu genç ve güzel kızdan Dylan gözlerini alamasa da kısa zamanda kızı tanıdıkça fikri değişmiş. Bu genç kızın hayat tarzı, fikirleri ve birikimi Dylan’a hitap etmemiş. Dylan’ın şarkısında da bahsettiği gibi bu genç kızın mücevher gibi gözleri ve pürüzsüz saçları sadece birer yanılsamaymış. Genç kızın ailesinin yalanlarla dolu yaşamı ve okumaya ya da öğrenmeye olan hevessizliği Dylan’ın dış güzellik büyüsünden çıkmasında etkili olmuş. Bunların üzerine kızı ve o şehri terk etmeden önce kız ile son bir fincan kahve içme dileğini anlatıyor şarkının nakaratı da. Güzel gözlerinin altında yatan karakterini görmezden gelerek içmek istediği son bir fincan kahve temsil ediyor Dylan’ın hayal kırıklığını.
Tatlı nefesin,
Gökyüzünde parlayan iki mücevher gibi gözlerin.
Sırtın düz, saçların pürüzsüz,
Yastığın üstünde, uzanırken sen.
Ama şefkat hissetmiyorum.
Minnettarlık veya sevgi…
Sadakatin bana değil
Tepedeki yıldızlara.
Bob Dylan’ın düştüğü yanılgıya hangimiz düşmüyoruz ki? Hepimiz ilk bakışta bizi etkisine alan güzelliklere kapılıp kendi kafamızda ruhlar yaratıyoruz o dış görünüşlerin içine. İnsanlara baktığımızda odak noktamız kıyafetler, saçlar, gözler gibi bizim ruhumuzdan hiç haberi olmayan kesitler oluyor. Tabii ki bir insanla tanıştığımız an onun aslında kim olduğunu hemen anlayamıyoruz ve biraz zamana ihtiyacımız oluyor. Fakat tanıştığımız bedenlere kendi hoşumuza gidecek ruhlar yakıştırıyoruz ve onlardan hayalimizdeki gibi davranmalarını bekliyoruz. Sonra zaman içinde karşımızdakinin gerçek kimliğiyle tanışmaya başlayınca yanımıza hayal kırıklığımızı da alıp bir fincan kahve kadar ömrü kalan arkadaşlıklarımızı veya ilişkilerimizi sonlandırıyoruz.
Asla okuma-yazma öğrenmedin.
Rafında hiç kitap yok .
Ve memnuniyetin sınır tanımıyor.
Sesin bir tarlakuşu gibi.
Ama kalbin bir okyanus sanki.
Gizemli ve karanlık…
Bunları ne etrafımdaki insanları yargılamak için, ne de “önemli olan iç güzelliktir,” gibi klişe bir cümleyi savunmak için yazıyorum. Bunları birbirimizi tanımanın ve insanlarla tanışmanın her ne kadar kolay görünse de aslında oldukça detaylı ve önemli eylemler olduğunu biraz da olsa açıklayabilmek adına yazıyorum.
Bu yazıyı okuduktan sonra birisiyle tanışın. Ona ismini sorduktan sonra hayatta en çok ziyaret etmek istediği ülkeyi sorun. Çocukluğunda dinlemeyi en sevdiği masalı sorun. Ona okuma alışkanlığı kazandıran kitabı sorun. Bunları onu daha iyi tanımak için sorun. Ona kafanızda bir karakter, bir ruh çizmeden önce onun gerçek kişiliğini öğrenmek için sorun. Sonra, birlikte bir fincan kahve için bitmesini istemediğiniz anların şerefine!
Kaynak:
http://www.songfacts.com/detail.php?id=20271
http://bob-dylan.org.uk/archives /2446