Burada Çok Ciddi Şeyler Oluyor Bernarda!

Federico García Lorca 1898 yılında İspanya’da dünyaya geldi. Ancak onu nasıl ve nerede doğduğundan değil, ne şekilde ve neden bu hayata veda ettiğinden hatırlamanız daha mümkün. Yirminci yüzyılın kanlı ve bitmek bilmeyen savaşlarının arasında kalan Lorca henüz otuz sekiz yaşındayken eş cinsel olduğu gerekçesiyle öldürüldü. Son eseri olan Bernarda Alba’nın Evi (La casa de Bernarda Alba) oyununda bile haykırdığı özgürlük kavramını yineleyerek veda etti hayata. İçinde bulunduğu toplumun kaosunu küçük bir eve sığdırarak bize tiyatro perdesinde anlatmaya çalıştı.

federico-garcia-lorca

Daha mutlu zamanlardı o zamanlar. Bir düğün tam on gün sürerdi. Kem gözlülere rağbet eden olmazdı. Bugün insanlar daha bir inceldiler. Gelinler şehirlerdeki gibi beyaz örtülere bürünüyorlar. Biz de şişe şarabı içer olduk, ama başkaları ne der korkusu yüzünden içerlerde çürüyüp gidiyoruz.

Ötekileştirmenin ve kısıtlanmanın sofradan eksik olmadığı bir ev burası. Şiddetin ve psikolojik baskının normalleştirildiği, perdelerin yas renginden başka bir renge bürünmediği ve baskı altındaki kadınların yüzünün hiç gülmediği bir ev… Kocasının ölümüyle evini yas denizine boğan Bernarda Alba, evlenmemiş beş kızının sonsuz itaatiyle bile tatmin olmayıp her gün daha ileri gitmektedir. Hizmetçilerin ve annesinin sözlerine kulak asmayan Bernarda, küçük diktatörlüğü altındaki hayatları siyaha boyamaktan çekinmeyen bir kadındır, “Yas giysileri bile benim çektiklerimi bilmeyecek,” diyecek kadar da kibirli. Hapishaneyi andıran bu evde özgürlüğe duyulan özlem ne kadar fazlaysa evin sakinlerinin korkuları da o kadar fazla. Kızlar, parmaklıklarla değil tabularla çevrili bu evde sıkışıp kalmışlar. Kuruyan kalplerin ve artık parlamayan bu gözlerin arasında yalnızca bir umut ışığı var: Adela. Bernarda Alba’nın en küçük kızının yakmaya çalıştığı bu ışığı yine Bernarda Alba mı söndürdü bilinmez ama baskıya dayanamayan yüreklerin solup gitmesine sebep olduğu açık.

toledo_la_casa_de_bernarda_alba

Erkekler ne yapsa hoş görülür.

Kadın doğmak cezaların en ağırıdır.

Gözlerimiz bile bizim değildir.

Adela’nın hakkaniyet ve adalet anlamına geldiğini öğrendiğimde daha da emin oldum Lorca’nın bu acılarla dolu evinin altında anlatmak istediklerinden. Pas tutmuş kalpleri ve solmuş bakışları olan kız kardeşlerin arasında şarkı söyleyen tek kişinin Adela olmasına şaşırmadım bu yüzden. Lorca, Adela’ya kendinden ve hayata dair umutlarından çok şey hediye etmiş olmalı ki Adela hep haykırmakta oyun boyunca. Başkaları ne der korkusu yüzünden içerlerde çürüyüp gitmeye göz yummayışı bu yüzden. Son nefesine kadar elinden geleni yapacağına dair verdiği sözler bu yüzden.

Alışmayacağım işte! Beni kapatamazlar içeri! Alışmayacağım buna!

Sizler gibi vücudumun bu evde çürüyüp gitmesini istemiyorum.

Dışarı çıkmak istiyorum ben!

Kelimenin tam anlamıyla “son nefesine kadar,” çünkü Adela’nın çıktığı bu yolun bir sonu var. Lorca’nın kendi elleriyle yaktığı bu ışığı kendi elleriyle söndürmesi de belki de gerçekte kendi başına geleceklerin farkında olmasından. Her ne kadar içinde özgürlüğe olan inancı çok kuvvetli olsa da, bir gün bu baskıların kazanacağını biliyormuşçasına kaleme almış Adela’yı. Bir gün öldürüleceğini biliyormuşçasına yaşamış. Her şeyin sonunda “Susun! Susun diyorum size,” diye haykırırken Bernarda, onun için susmamamızı istemiş aslında Lorca.

 

Görsel Kaynakları:

  • espacioparalaliteratura.wordpress.com/2016/02/02/la-casa-bernarda-alba-y-el-machismo
  • elplural.com/2013/06/14/1a-parte-el-tribunal-constitucional-y-la-casa-de-bernarda-alba

Leave a Reply