Bu yazının bir girişi yok. Yazıya nasıl başlayacağım konusunda uzun uzadıya düşündüm ve bazı girişimlerde bulundum fakat bunların hiçbiri yararlı olmadı. “X kişisini tanır mısınız?” gibi samimiyetsiz bir cümleyle başlamak etkileyici olabilirdi. Oysaki böyle cümlelerin yaptığı çağrışım –en azından benim için- pek güzel değil. Kendi bilgisizliğini bastırarak okuyucuya üstünlük taslarmış gibi bir havada. Ya da yine kadınların konumunu sorgulayan bir eleştiriyle başlayabilirdim, doğrusu yazıyla son derece bütünlük içerisinde bir giriş olurdu. Ne var ki bu defada yazının anlamsız bir ön yargıyla değerlendirileceği kanaatine vardım. Hangi ön yargı anlamsız değil ki zaten?
Çok uzun zaman önce bir dergide okuduğum kadın bilim insanlarıyla ilgili bir makale oldukça ilginç noktalara değiniyordu. Buna göre bugün kadın bilim insanlarının hiçbirini tanımıyoruz, daha doğrusu neredeyse hiçbirini tanımıyoruz. North Carolina Üniversitesinde, Profesör Tomášková, öğrencilerinden bir kadın bilim insanı söylemeleri istediğinde hepsi aynı cevabı vermekte: Marie Curie. Curie dışında bir cevap istendiğinde ise ne yazık ki sorunun yanıtsız kaldığını söylüyor Tomášková. Gerçekten bugün pek çoğumuz cinsiyet açısından bir değerlendirme yaptığımızda bilim insanlarını ikiye ayırıyoruz: Marie Curie ve diğerleri (erkek bilim insanları). Curie diğer kadın bilim insanlarının bir anlamda ünlü olmalarını engelliyor. Oysa karanlık maddeyi bulan veya Wi-Fi’ın icadına öncülük eden bilim insanları da kadın.
Elbette Marie Curie büyük bir insan. Nobel ödülünü kazanan ilk kadın olmasının yanı sıra, bu ödülü iki kez kazanan tek kişi olma unvanını da taşıyor. Yaptığı çalışma ve keşiflerle – en bilinenleri radyoaktif elementler – dünyayı değiştirdiği bir gerçek. Ne var ki başkaları yokmuşçasına bel bağlanılan ismi, pek çok yolu kapatan bir engel. Keşiflerinin ölümüne sebep olmasından mıdır bilinmez, bir rol model olmaktan çok, ulaşılamaz bir hedef. Diğer kadın bilim insanlarının ismini perdelediğinden onların hikâyelerinin duyulmasını engelliyor ve sanki bu alanlarda daha önce kadınlar çalışmamış izlenimi veriyor. Bu sebeple pek çok kadın matematik, mühendislik, fizik gibi alanlar yerine, “daha yatkın” oldukları düşünülen sosyal bilimlere yönlendiriliyor. Bu alanlarda kadınların daha az yer edinmesinin tek sebebi tabii ki bu değil. Ancak “idol” yoksunluğunun caydırıcılığı ve ilk olma düşüncesinin baskısının büyük bir payı olduğu da yadsınamaz bir gerçek. Ve bu gerçek başta bilim olmak yalnız bilimde değil, pek çok meslek ve uğraşıda heyula gibi dikiliyor.
Belki bu eksiği kapatma amacıyla çıkarılan bir kitap, Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler. İçinde siyasetçilerden gazetecilere, ressamlardan matematikçilere, boksörlerden kraliçelere kadar yüz öncü kadının hayatından satır başları var. Her olağanüstü kadının masalına da zevkli çizimler eşlik ediyor. Kitabın arkasında yer alan bir yorum, hikâyeleri en doğru ifadelerle tanımlıyor: “Bu hikâyeler prenseslerin yerine dünyayı değiştiren kadınları koyuyor.” Genç kızlara özgürce yalnız olmadıklarına hatırlatan kitabın başarıya ulaşması dileğiyle. İyi okumalar.
Yararlanılan kaynaklar:
https://www.wired.com/2015/04/women-in-sciene/
İstatistikler için: http://www.catalyst.org/knowledge/women-sciences
http://sites.nationalacademies.org/PGA/cwsem/PGA_049131
Görsel kaynaklar:
http://www.theitaliantouch.com/wp-content/uploads/2016/05/0-Schermata-2016-05-03-alle-17.32.11edited.jpg
http://girltalkhq.com/wp-content/uploads/2016/04/Screen-Shot-2016-04-20-at-1.58.56-PM.png
http://payload493.cargocollective.com/1/2/76666/12163974/Marie-Curie_670.jpg
http://payload493.cargocollective.com/1/2/76666/12163974/Ruth-Harkness_670.jpg