Son dönemde revaçta olan kitaplardan biri de Aşk ve Gurur. Özellikle Kiralık Aşk dizisinin kitabı temel alarak yarattığı Ömer karakteriyle, pek çok dizide Mr. Darcy’ler türemeye başladı. Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı gibi popülerlik kaygısıyla yanlış çeviriye kurban giden Aşk ve Gurur’un Gurur ve Önyargı ismiyle yayımlanmış baskıları da mevcuttur. Türk tipi Darcy’lerin ne kadar tutarlı olduğu bilinmez ancak gerçek Darcy oldukça ince bir üslupla Jane Austen’ın kaleminden çıkmıştır. Peki, Austen’ı yıllar sonra hâlâ okunur yapan unsurlar nelerdir?
Öncelikle Austen, yaşadığı toplumu romanlarına en iyi yansıtan yazarlardan biridir. Sosyal hayatta büyük yer tutan gelenekleri ve bu geleneklere sıkı sıkıya bağlı olan insanları inceden eleştirir. Ayrıca toplumsal yapıyı hatta sınıf farklılıklarını etkileyici bir şekilde gözler önüne serer. Yaptığı tespitler oldukça başarılı ve ilginçtir. Örneğin, Northanger Manastırı’nda der ki “eğitimli bir akla sahip olmak, başkalarının kibriyle başa çıkabilmekte yetersiz olmak demektir.” Aynı kitabın farklı bir yerinde ise “kadın sadece kendi tatmini için şık giyinir. Hiçbir erkek ona bu yüzden hayranlık duymaz, hiçbir kadın onu bu yüzden daha fazla sevmez.”[1]
Austen’ın bir diğer ayırt edici özelliği ise romanlarındaki aşkın büyülü dünyasıdır. Aşkı çok naif, çok ince anlatır Austen. Aşk, kozasından yeni çıkmış kelebekler kadar narin ve kırılgandır. Yalnız cismani bir duygu değildir, aynı zamanda karakterleri olgunlaştıran bir araçtır aşk. Aşkla birlikte büyür kahramanlar, kusurlarını fark ederler ve bunları törpülemeye başlarlar. Austen’ın tasvir ettiği aşk, yaşadığı döneme oldukça terstir. Zamanın İngilteresinde kadınlar mirastan pay alamamaktadır ve bu eşitsizlik, kadınları zengin bir erkekle evlenmeye itmektedir. Bu sebeple genç kızların hayalini aşktan ve kafa denkliğinden çok, drahomalı bir evlilik süslemektedir. Austen dönemin bu evlilik deliliğini eleştirmiş, kadın karakterleri sıradanlıktan uzak konumlandırmıştır ve evliliğe farklı bir perspektiften bakarak gelenekselliği eleştirmiştir. Ancak bu yaklaşım fazla Pollyannacıdır ve ne yazık ki etkin bir çözüm sunmamaktadır. Öyle ki tüm karakterler en sonunda mutluluğa kavuşur; evlilik yine kesin sondur. Bu sebepten midir bilinmez, Amerikan edebiyatına kaynaklık eden Huckleberry Finn yazarı, “ne zaman Aşk ve Gurur’u okusam, Austen’ı mezarından çıkarıp kendi kaval kemiğiyle kafatasına vurmak istiyorum,” demiştir.
Tüm bunların yanı sıra ne yazık ki, Austen da cinsiyetçi üsluptan kurtulamamıştır. Romanlardaki ana kadın karakterler akıllı usludur, hatta toplumun belirlediği dar kalıplardan sıyrılmıştır fakat fakirdir. Erkek karakterler ise tam aksine çok zengin, başarılı ve hatta “mükemmel”dir. Akıllı hareket eden kadınlar Mr. Darcy, Mr. Knightley, Albay Brandon veya Mr. Tilney ile evlendirilerek ödüllendirilir. Kadınlar için hayatta yüksek bir konuma gelmek, tabulardan azat olmuş gözükseler de, ancak evlilikle mümkün olur. Austen’ı bugünkü eşitlik anlayışıyla yargılamak âdil olmasa da Wollstonecraft’ın feminizmle dünyayı sarsmasından çeyrek asır sonra, üstelik yine İngiltere’de böyle bir üslup kabul edilebilir değildir. Güçlü, bağımsız ve gerçek anlamda “birey” olan kadın karakterler için dünya Charlotte Bronte’u beklemek zorundadır; aşkın karanlık yüzü içinse Heathcliffe’i.
[1] Jane Austen, Northanger Manastırı (İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2012).
Görsel Kaynaklar:
http://d12vb6dvkz909q.cloudfront.net/uploads/galleries/334/prideandprejudicelizzie.jpg
http://i.huffpost.com/gen/2130556/images/o-JANE-AUSTEN-facebook.jpg
https://typeset-beta.imgix.net/rehost%2F2016%2F9%2F13%2F4ac7fb16-4705-45a8-85a4-3ef4e2fcde8b.jpg
http://ichef.bbci.co.uk/wwfeatures/wm/live/1280_720/images/live/p0/33/57/p033575v.jpg