Nobel ödüllü yazar Hermann Hesse’nin Doğu edebiyatı ve mistisizm üzerine yazdığı eseridir Siddhartha. Hesse, bu kitapta Buddha’nın yaşamının ilk yıllarını anlatmıştır. Amacını söyle açıklar yazar:
Bu kitapta, tüm dinlerde, insanların benimsediği tüm inanış biçimlerinde ortak olan yanı, tüm ulusal ayrımları aşan, tüm ırkların, tüm bireylerin benimseyebileceği şeyi yakalamaya çalıştım.
Siddhartha, insanın kendi benliğine olan yolculuğun öyküsü. Bu noktada Simyacı ile pek çok ortak noktası var. Fakat eserin daha çok simge ve motiflerle yüklü olması, onu Simyacı’ya oranla daha az okunabilir kılmış. Okurken sık sık durmaya ve düşünmeye iten bir niteliğe sahip. Yine de bu yoğunluk eserin kalitesinden bir şey kaybettirmiyor.
Karakterlerin isimleri oldukça özenle seçilmiş, bu da kitaba duyulan hayranlığı bir kat daha artırıyor. Örneğin tüm öğrendiklerini ırmağa borçlu olan bilge Vasudeva’nın ismi, Sanskritçe’de ırmak tanrısı anlamına gelmekte. Kamala’nın anlamı ise lotus. Yalnızca nilüfer değil, meyvesini yiyenlere tatlı bir uyuşukluk verdiği farz olunan bir ağaç anlamına da geliyor aynı zamanda. Kelimenin iki anlamı Kamala karakterinin de iki farklı boyutuna dikkat çekiyor: dikkat çekici güzelliğine ve sembol olan çekiciliğine.
Zaman gerçek değildir. Zaman gerçek değilse, dünya ile sonsuzluk, acı ile mutluluk, kötü ile iyi arasında var gibi görünen çizgi de yanılgıdan başka bir şey değildir.
Daha önce de belirtildiği gibi, yazar tüm bireylerin benimseyeceği, tüm inanışlarda ortak olan yana yer veriyor bu kitapta. Bu sebeple satırların farklı çağrışımlar uyandırması oldukça olası. Örneğin uygarlıktan uzaklaşarak kendini keşfetmeye çalışan Siddhartha’yı tasvir eden yazarın “…yaşam çevriminden bir daha oraya dönmemek üzere kurtarmıştı kendini, artık varlıkların o kasvetli ırmağına dalmayacaktı.” ifadesi, “Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı”, diyen Yunus Emre’yi hatırlatıyor.
Eserde, Siddhartha herhangi bir öğretiye bağlanmayı ve bir yol göstericiyi izlemeyi reddediyor. Bunun yerine bireyin gerçeği kendi içinde bulması gerektiğini, özgün bir yol yaratarak bu yolun takip edilmesi gerektiğini savunuyor. Bilgeliğin öğretilemeyeceği ve aslında öğrenme diye bir şeyin olmayışı iddialarıyla Sokrates’e oldukça benziyor. Ancak kitaba genel olarak hâkim olan felsefenin panteizm ve Spinoza’nın görüşleri olduğunu söylemek daha doğru. Zira eserin farklı yerlerinde nesnelerin kendi bilgisine sahip olduğundan, kurtuluş ve erdeme götüren yolun sözcüklerden değil nesnelerden geçtiğinden dem vuruluyor.
“İnsanların büyük çoğunluğu (…) düşen yapraklar gibidir, kapılıp gider rüzgârın önünde, havada süzülür, dönüp durur, sağa sola yalpalar vurarak iner yere. Pek az kişi de vardır, yıldızlara benzer, belli bir yörüngede ilerler durur, hiçbir rüzgâr varamaz yanlarına, kendi yasalarını ve izleyecekleri yolu kendi içlerinde taşırlar.”
Kitapta önemli bir yer tutan ırmak imgesi de Heraklitos’u akla getiriyor. Özellikle Siddhartha’nın pek çok yerde vurguladığı tüm varlıkların değişmesi ve her şeyin dönüp aslına varması gibi gerçekler de bunu destekler nitelikte. Irmağın iki tarafının farklı dünyalara ait olması, Siddhartha’nın ırmağı her geçişinde benliğini değiştirmesi ve o tarafın insanlarına benzemesi de buna atıf yapıyor.
Siddhartha’nın değindiği bu meseleler elbette önemli. İnsanın kendini bulması, ruh ve düşünce dünyasını beslemesi gerekir tabii. Kitapta bunun bilinçle mümkün olduğu söylenmekte. Öte yandan bu felsefik kaosun içinde kaybolarak hayatı kaybetmek de var. Nasıl ki kuşlar tek kanatlı uçamıyorsa, insan da yalnız benliğiyle var olamıyor. Dünyevi diyerek yaşamı bir kenara itmek aynı zamanda insanın hem maddi hem manevi yönünü besleyen pınarları kurutacağından sadece bu meselelere takılıp kalmamak gereklilik arz ediyor. Simyacı’da anlatıldığı gibi mutluluğa ulaşmanın yolu hem sarayı gezmek hem de kaşıktaki iki damla yağı dökmemekten geçiyor.
Kısaca, Siddhartha, klişe olacağının farkındayım, ölmeden önce okunması gereken kitaplardan biri. Kitapta anlatılan öğretiye inanmasanız, yazarın görüşlerine katılmasanız bile kendinizden bir şeyler bulabileceğiniz bir eser. Zira yazarla aynı fikirde olmamak o yapıtın üzerinde düşünmeye değer olmadığını göstermez. Nice yanılgılar vardır ki, gerçeklerden daha değerli ve daha ‘gerçektir.’ Öyle ki bu yanılgılar bazen edebiyatın, felsefenin, bilimin belkemiğini oluşturur. Ne diyelim, keşke herkes Marx gibi yanılsa…
NOT: Doğanın değişimi ve bu değişimin insanı önüne katarak sürüklemesi, yani üstü kapalı da olsa özgür iradenin reddi, bana The Lion King (Aslan Kral) filmini anımsattı. Filmin açılış şarkısı ve filmin farklı yerlerinde geçen doğanın dengesini kendiliğinden bulduğu minvalindeki sözler bu izlenimi bırakıyor. (İlgililer için şarkı: The Circle of Life)
Görseller:
https://image.pbs.org/video-assets/pbs/the-buddha/91554/images/Mezzanine_399.jpg
http://prettybosstv.com/wp-content/uploads/2017/06/38940478-enlightenment-wallpapers.jpg
http://candles.org/wp-content/uploads/2017/07/AdobeStock_95964463.jpeg
https://dusunbil.com/wp-content/uploads/2016/09/herakleitos.jpg
https://ivystore.files.wordpress.com/2014/11/siddhartha-3.jpg
Betül Özhan
Çok beğendim :)