Hiç unutmuyorum. Bundan üç sene önceydi, karlı bir kış günüydü. Balkon camımdan biri taş fırlatıyormuşçasına sesler geliyordu. Ürkerek perdeyi açtım. Siyah beyaz, çirkin, soğuktan donmak üzere olan bir kedi gördüm. Evde yalnızdım. Sokak hayvanlarından pek haz etmez, hatta az da olsa ürkerdim. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ölmesine izin veremezdim. Çocuk aklı ya, hemen bir havlu ısıttım, balkonda yere koydum. Kedi ne sever diye düşünüp süt verdim (meğersem kediler için süt o kadar da faydalı değilmiş, sonradan öğrendim). Ne o bana yaklaşıyor, ne ben ona yaklaşıyordum. Çok seviyeli bir ilişkimiz vardı. Sonra kapadım pencereyi ve uyudum. Ertesi sabah kalktığımda Kedi’nin (o zamanlar henüz bir ad vermemiştim ona) havlunun üzerinde uyukluyor olduğunu gördüm. Balkondan ayrılmamıştı. Kedi’yi anneme gösterdim. Anne yüreği tabi, hiçbir cana kıyamıyor, o da biraz yemek verdi Kedi’ye.
Akşam eve dönerken bir koli aldım ve koliyi kedinin içine girebileceği şekilde bantladım. Tabanına da kedinin dün üzerinde uyuduğu havluyu serdim. Önce koliyi biraz kokladı (ne de olsa daha bir gün önce tanışmıştık ve bana güvenmeye hazır değildi) sonra da yeni evinin içine girdi. İkinci gün korkumu biraz daha yenmiştim. Yavaş adımlarla kediye dokunmaya çalışıyordum, bunu yaparken korkuyordum da. Ben korktukça o da korkuyor ve geri çekiliyordu. Güvenmiyordu insanlara belliydi, kim bilir onun nasıl bir hikâyesi vardı. Dili olsa da konuşsa keşke dedim kendi kendime ama söyleyebilecekleri, “miyav”ın farklı ses tonlarından ileriye gidemiyordu ne yazık ki.
Annem beni hep “bebim” diye severdi. Zamanla kediye de “Bebi’m” demeye başladı. O yüzden kedinin de adı “Bebi” oldu ve öylece kaldı. Aylar sonra Bebi daha bize yeni güvenebilmiş, ancak vahşiliğini hiç kaybetmemişti. Geceleri eve alıyorduk. Kendisine dokundurmaya da başlamıştı ama bu koşulsuz bir güven değildi, hissediyordum. Hayat gibi, siz onu severken size ne zaman pati atacağı belli olmuyordu, o yüzden temkinli yaklaşıyorduk her zaman.
Benim için hiç doğmamış kardeşimdi Bebi. Eşsiz bir duyguydu bir hayvanı sevmek, hiç yaşamamıştım. Bana inanılmaz bir duyarlılık kazandırmıştı bir kere. Kedileri sevmek insan olmaya bir adım daha yaklaşmak demekti. Dışarıda suratına bakmadığım hayvanları tek tek gözlemler olmuştum. Yemek istediklerinde ayağımın ucuyla ittirmek, “pısst, hoşt” diyerek kovalamak, ayağıma süründüğünde huylanmak yerine hepsini kucaklamayı öğrenmiştim. Kedi sevmek, gökteki kuşları, martıları sevmek, yerdeki karıncayı bile incitmemek için uğraşmak gibiydi.
Bir yıl daha geçti, Bebi’nin tam beş tane yavru bebisi oldu. Üçünü sahiplendirdik. İkisi bize kaldı. İsimlerini “Kiti” ve “Karamel” koyduk. Bebi bir süre sonra yavrularını tanımamaya başladı (kediler bir süre sonra birbirlerini unutuyor ne yazık ki -akıl sır erdiremesek de-) ve bir daha hiç dönmemek üzere gitti… Karamel ve Kiti ile yaşamaya devam ederek teselli ettik kendimizi. “Kiti” de bir gün eve dönmedi, meğersem ölmüş, başına ne geldiğini hâlâ bilmiyoruz. O günü hiç unutmam, canımdan bir parça kopmuştu sanki, ailemden birini yitirmiştim… Neyse dedim, Karamel’le teselli bulmaya devam ettim. O gün bu gündür minik Karamel evimizin neşesi olmaya devam ediyor. Kediler sadık değildir derler ya, aldırış etmeyin. Kediler sahiplerine çok ama çok sadıktırlar. Her gün eve dönmenizi beklerler, gece uyurken ayağınızı ısıtırlar. Komiklikleriyle güldürürler. Onunla bol bol sohbet edersiniz. Her “miyav” dediğinde size cevap veriyor sanırsınız ve mutlu olursunuz.
Bu uzun mu uzun hikâyeyle sizi sıkmamın sebebi, aslında üç-dört hafta önce vizyona giren “Kedi” isimli belgeselden bahsetmek istememdi aslında. Bu film, İstanbul sokaklarında özgürce dolaşan milyonlarca kediden yedi tanesinin hayatına yakın bir bakış sağlıyor. “Kedi, kediden öte bir şey İstanbul’da. Kedi, bütün İstanbul’un tarif edilmez karmaşası, kültürü, özgünlüğü ve özelliği ile ilgili bir şey…” Bu cümleler, yönetmen koltuğunda oturan Ceyda Torun’a ait…
Öncelikle film için tam 180 saat çekim yapıldığını sizlerle paylaşmak isterim. Kedileri her zaman istediğiniz şekilde yakalamak kolay değil ve günlerinin büyük bir çoğunluğunu ya uyuyarak ya da kendilerini temizleyerek geçiriyorlar. Filmin yapımcılarını sabırlarından ötürü de tebrik etmek lazım!
Film ayrıca İstanbul’u da bütün doğallıyla gözler önüne seriyor. Ne fazla ne eksik, tam tamına olduğu gibi. Yaşamlarını kedilere adayan esnafa, çocuğa, mahalle sakinine, yani anlayacağınız, değişik insan tiplemelerine ve kedilerin bu insanların hayatını nasıl etkilediğine yer veriyor film. Ayrıca yedi farklı kedinin hikâyesini anlatarak da, aslında her kedinin farklı bir kişiliği, hikâyesi olduğunu vurguluyor.
Acı bir gerçeği de yüzümüze vuruyor Kedi belgeseli. Binalar, kentleşme derken kedilerin yaşayabilecekleri alanları ister istemez kısıtlıyoruz. Kendi kendilerine yetemiyorlar ve gittikçe insana daha muhtaç hale geliyorlar. Filmde görüyoruz ki, bazısı maaile kedi severken, bazısı kendi içinde seviyor. Bazılarına umut oluyor hatta kediler, yaşama tekrar tutunabilmesini dahi sağlıyor. Kedilerin insan ömrünü uzattığı bilim adamları tarafından çoktan kanıtlanmış bile!
“Kedi,” aynı zamanda Amerika’da da gösterime girdi. Hatta “Kedi,” Amerika’da şu ana kadar en çok izlenen Türk filmi oldu. Amerika’nın en popüler sinema sitelerinden biri olan “inwire”da da “yılın en iyi on filminden biri” seçildi. Filmin, bu başarısının ardında tüm insanlığı ortak bir paydada buluşturan “hayvan sevgisinin” ve İstanbul’un ve insanının olduğu gibi beyaz perdeye yansıtılması olduğunu düşünüyorum.
Film 90 dakika olduğundan tam tadında bitiyor, sıkılmıyorsunuz. Yüzünüzde bir gülümsemeyle, iyilik yapma isteğiyle ayrılıyorsunuz filmden. Dışarıda rastladığınız ilk kediye daha dikkatli bakıyorsunuz. Hayvanlara, ağaçlara, çiçeklere sevgi duyuyorsunuz. En önemlisi de gününüz güzel geçiyor. Bu filmi içinde hayvan sevgisi olan, olmayan herkese şiddetle tavsiye ediyorum. Umarım herkes bir gün kendi Kedi’sinin hikâyesini anlatma fırsatına sahip olur. Ben kendiminkini anlattım ve sizin hikâyenizi dinlemek için de sabırsızlanıyorum…
Filmin fragmanına aşağıdan ulaşabilirsiniz:
NOT: Bu yazı Bebi’nin, Kiti’nin, Karamel’in ve beslediğim diğer tüm kedilerin anısınadır…